Hakan Gülseven

Hakan Gülseven

‘Vahşi’ Filistinliler...

Geçtiğimiz günler, Filistin direniş gruplarının ‘şok saldırı’sı ile başlayan tuhaf bir ‘fikri infial’le geçti. Söz konusu ‘fikri infial’e sebep, medya kanallarından ve internet üzerinden hızla yayılan ‘vahşet görüntüleri’ydi...

Büyük medya organları, başta Hamas olmak üzere Filistinli grupların “İsrail topraklarına sızarak” Yahudi ‘sivil’lere yönelik katliam gerçekleştirdiğini anlatıyordu.

Neredeyse tüm anlatılarda Filistinliler Taliban’la, IŞİD’le eşitleniyor, tek besin kaynağı ‘Batı’ medyası olan sosyal medya kullanıcıları bütün dünyada bu ‘vahşet’in kabul edilemez olduğunu ilan ediyor, profillerine İsrail’in (esasında Siyonizmin) bayrağını yerleştiriyordu.
Bunu emperyalist metropollerin büyük kentlerinde dev binalara İsrail bayrağı yansıtılması yarışı aldı.

Kendini ‘solcu’ diye tabir eden kesimlerde de Filistinli direnişçilerin ‘terörizm’ini lanetleyen ve bunu kabul edilemez bulan epey kimse çıktı. Hatta İsrail’in niteliğini, Filistin direnişinin anlamını anlatmaya çalışanlar, “eski dünyaya ait taş kafalılar” diye yaftalandı.
Rehin alınan İsraillilerin yanı sıra bir kamyonetin arkasında yarı çıplak halde yatan Shani Louk isimli Alman vatandaşı genç kadının görüntüsü bir anda yayılmış ve bölgede yıllardır tüm yaşanan acıların önüne geçmişti. Her şey hızla gelişiyor, bütün dünya ‘terörizm’ ve ‘vahşet’ karşısında mağdur ve mazlum İsrail’in yanında yer alıyordu!..

Tabii işler bu kadar basit değil!..

Bir kere, en başta, medyada “Filistinli direnişçilerin sızdığı İsrail toprakları” diye anlatılan yerler İsrail toprağı falan değil. Eşyayı adıyla çağıralım: O topraklar işgal altındaki Filistin toprakları.
En baştan söyleyeyim; elbette genç bir kadının büyük ihtimalle cansız bedeninin bir kamyonetin arkasına fırlatılmış halde öylece Gazze’ye götürülmesi gibi fiili savunacak değilim. Lakin bırakın haritada göstermeyi, Gazze Şeridi’nin ne olduğunu bile bilmeyen sosyal medya ‘demokrat’larının Filistin direnişine yönelik aşağılayıcı ithamlarına sessiz kalmak da kendi adıma kabul edilebilir bir durum değil.

Dahası, büyük siyasi meselelere hümanizmin ahmakça paradigmasından bakmaya başladığınız andan itibaren Roma vatandaşlarına karşı hiç de hoş olmayan vahşet eylemlerine imza atmış Spartaküs liderliğindeki köle ayaklanmasını, simgesi giyotin olan Büyük Fransız Devrimi’ni, Çar’ı tüm sülalesiyle beraber ortadan kaldıran Bolşevik Devrimi’ni, Yahudilerin son kalanlarını da kurtarmış olan Kızıl Ordu’nun Berlin’e girişini, Mussoli’niyi sevgilisiyle beraber bacaklarından sallandıran İtalyan anti-faşist direnişini lanetlemek zorunda kalırsınız. Gerçi son dönemde Avrupa fonlarından beslenen hümanist ‘aktivist’ler arasında özellikle Bolşeviklerin ‘vahşet’ine karşı tutum açıklamak pek revaçta ama neyse ki tarihin keskin yasaları onları pek umursamıyor...

Evet, vahşet! Vahşiler!

Ne kadar kolay kullanılıyor değil mi bu kavramlar?

Eski Hollywood westernlerinde ‘vahşiler’ diye anılan Amerika yerlilerinin efsanevi savaşçısı Geronimo’ya ne diyeceğiz? Elinde çok ‘beyaz’ yerleşimcinin kanı olduğu için bir ‘savaş suçlusu’ olarak toplama kampına konulmuş, kaçıp direnmeye devam etmiş, onun yüzünden halkına zulüm edildiği için teslim olmuş ve bir ‘savaş suçlusu’ olarak işkence edile edile öldürülmüştü...
Evet, o günün ‘Batı’ dünyasında Geronimo ve savaşçılarının, aslında tüm bir Apaçi halkının hayvandan farkı yoktu. Onların toprakları ‘beyaz’ların hakkıydı. Ve her gün katledilen Apaçiler ya da diğer yerli halklar kendi topraklarındaki işgalcileri öldürdüklerinde ‘vahşi’ oluyorlardı. Ve tabii Amerika’nın keşfinden 1800’lerin sonuna kadar tahminen 70 milyon Amerikan yerlisini soykırıma tabi tutanlar, kendilerini western filmlerde çiftlik basıp küçük sarışın kız çocuklarını öldüren vahşiler masallarıyla temize çekiyordu!

Öneririm, ‘vahşet’ meselelerine bir de buradan bakın...

Gazze’de 40 kilometrelik incecik sahil şeridine sıkıştırılmış 1,5 milyonun üzerinde Filistinli, on yıllardır Nazilerin toplama kampı koşullarında yaşatılıyor, sağlıklı suya erişimleri yok, sağlıklı beslenemiyorlar, her gün zulüm görüyorlar, o meşhur ‘vahşet’i her gün yaşıyorlar ama medeni ‘Batı’ buna hiç ses etmiyor.

Sosyal medyada Filistinli direnişçileri utanmazca İsrail’le eşitleyen, hatta ‘İslamcı teröristler’e karşı alenen İsrail’i destekleyenlerin hiçbiri Filistin halkının yaşadığı acıları zerre umursamıyor.
Evet Hamas, Hamas’ın eylem hattı ve gerici ideolojik besin kaynağı hakkında çok şey söylenebilir ama bunlar ne ırkçı İsrail devletinin yıllardır sürdürdüğü zulümle eşitlenebilir ne de Filistin direnişi Hamas’tan ibarettir.

Filistinli laik, -güçleri eskisine göre azalmış olsa da- sosyalist örgütler de direnişin içindedir.
Öte taraftan, siyasi ya da askeri liderliğini kim yapıyor olursa olsun, ırkçı-Siyonist İsrail devletine karşı sürdürülen Filistin direnişi dünya tarihinin en haklı, en meşru direnişlerinden biridir.

Neden mi öyledir?

Burada kısa bir özet yapmak isterim...

20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde Filistin topraklarında her dört kişiden üçü Müslüman Filistinlilerden oluşuyordu. Yahudiler toprakların sadece yüzde 5’ine sahipti ve asırlardır Müslümanlarla barış içinde birlikte yaşıyorlardı.

19 Yüzyıl sonlarında Avrupalı Yahudi TheodoreHertz önderliğinde gelişen Siyonizm fikrinin güç kazanmasıyla birlikte, Filistin’de bir ‘İsrail anavatanı’nın kurulması görüşü yayılmaya başladı. Zengin Avrupalı Musevi ailelerin ve emperyalizmin kimi kesimlerinin de desteğiyle Siyonizm Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti, toprak alımının finansmanını sağladı ve silahlı gruplar örgütlemeye başladı.

Böylece 1947’de Filistin’deki Yahudi nüfusu yüzde 40’a ulaştı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya dengesinde, 1947’de, ‘iki ulus’ fikriyle Birleşmiş Milletler İsrail devletini kurdu. Ne yazık ki, Sovyetler Birliği de bunu destekledi.
Filistinlilerin hakları ayaklar altına alındı, Filistin’in yüzde 55’inin denetimi İsrail’in eline geçti.

Maksat neydi?

Bölgede anti-emperyalist muhteva taşıyan Arap milliyetçiliğine karşı ve tabii petrol yataklarının denetimi için emperyalistlere bir çeşit ‘karakol’ inşa edilmiş oluyordu.

1948’de silahlı Siyonist örgütler Filistin’in elinde kalan toprakları da gasp etmeye girişti ve Filistin’in yüzde 20’sini daha işgal etti. Bu süreç, yüzlerce Filistinlinin katledildiği köy-kasaba baskınlarına sahne oldu.

Bu katliamlarla İsrail devleti 800 bin Filistinliyi, yani Müslüman nüfusun üçte birini topraklarından sürdü. Filistinliler Kudüs’ün doğusuna, Batı Şeria’ya ve güneyde Gazze’ye sıkışıp kaldı. Bu bölgeler de, yine İsrail tarafından 1967’de doğrudan işgal edildi.

İsrail devleti, bir bütün olarak Siyonist ırkçılık üzerine bina edildi. Bu devlette Müslümanların insani hakları yok, çünkü İsrail kendini açıkça bir ‘Yahudi devleti’ olarak tanımlıyor.
Yahudi olmayanların toprak satın almasına izin verilmiyor. Filistinliler tarım arazilerinden, su kaynaklarından yoksun, yalıtılmış bölgelerde sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmiş vaziyette. Toplama kamplarının dışında çalışmaya giden Filistinliler her gün çıplak arama gibi kepazeliklere katlanmak zorunda.

Kendi topraklarında İsrailli askerler tarafından itiliyor, kakılıyor, her türlü aşağılanmaya maruz kalıyorlar. İtiraz edenler işkenceye uğruyor, zindana atılıyor, öldürülüyor...

Öte yandan Filistinlilere ait topraklar hâlâ gasp ediliyor ve silahlı yerleşimciler buraları işgal edip Müslümanlara sistematik saldırılar düzenliyor. Yani ‘İsrailli siviller’ diye anlatılanların en azından bir kısmı hiç de sivil falan değil.

Siyonistler Filistin topraklarında tam bir savaş makinesi kurmuş vaziyette. Kadın-erkek tüm vatandaşları askeri eğitim alıyor, orduda uzun vakit geçirerek Filistinliler üzerinde zulüm deneyiminden geçiyor. Son süreçte görüldüğü üzere, tamamı tekrardan asker ilan edilebiliyor.
Dünya kadar silahları var. İsrail dünyadaki en önemli silah üreticisive ihracatçısı ülkelerin başında geliyor. Ve bir sürü nükleer başlıklı füzesiyle bölgedeki tüm ülkeleri tehdit ediyor.
Irkçı-Siyonist İsrail devleti bu nedenle ABD’nin dünya jandarmalığında en büyük müttefiki. Ortadoğu’da emperyalizmin ileri karakolu. Ve başta silah satışı olmak üzere emperyalist paylaşımdan payını alıyor. Sefalet içindeki bölgede Siyonistler için bir mutluluk adacığı yaratmışlar. Filistin halkı Batı Şeria ve Gazze’de her gün zulüm çekerken Tel Aviv sahillerinde partiler düzenliyorlar...

Refah ve sefaletin, zulüm ve sefahatin bu kadar yan yana olduğu bir yerde çatışmayı önleyemezsiniz. Oturduğunuz yerden istediğiniz kadar kınayın, her televizyonu açtığınızda yeni bir ‘vahşet’ haberi görmeniz kaçınılmazdır.

Elbette İsrail’de bu gidişata ve Siyonizmin aklını yitirmiş ırkçılığına karşı çıkan kesimler de var. Onların varlığı ve mücadelesi bölgenin kaderi açısından çok önemli. Tıpkı laik, sosyalist Filistinli örgütlerin varlığı gibi.

Zira bölgede kan ve gözyaşının dinmesi için tek alternatif laik, demokratik, tek bir Filistin’in inşası. Yahudiler ve Müslümanlar yüzyıllarca olduğu gibi yeniden barış içinde bir arada yaşayabilir.

Bu fikir büyütülebilirse, tüm Ortadoğu’da gerici ideolojilerin taşıyıcısı İslamcı örgütlenmelerin fikri temeli de zayıflayacaktır.

Dünyanın geleceğinden endişe eden, insaniyet namına bir şeyler yapmaya niyetli herkesin üzerine düşen, Siyonistlerin ve onların ırkçı devletinin karşısında, Filistin direnişinin yanında yer almaktır. ‘Vahşet’ demagojilerine ise hiç kulak asmayın. Savaşın olduğu her yerde vahşet vardır çünkü savaşın kendisi doğası gereği vahşeti içerir.

Shani Louk gibi gencecik kadın ve erkekleri vahşetten kurtarmanın tek yolu savaşları üreten emperyalist makineyi dağıtmaktır. Ne yazık ki başka yol yok.

10 Ekim 2023

Bu yazı toplam 3767 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
1 Yorum
Hakan Gülseven Arşivi