Hakan Gülseven

Hakan Gülseven

İktidarın sırrı...

İktidarın sırrı...

Yakın zamanda Türkiye’den göçüp Avrupa’ya yerleşen iki beyaz yakalının hikayesini dinledim. İkisi de çok kısa ve çok çarpıcıydı.

Birisi Türkiye’deyken ağır depresyon ilaçları kullanıyormuş. Avrupa’ya yerleşip orada bir düzen kurduktan sonra ilaç falan kalmamış hayatında. “Meğer ben depresyonda falan değilmişim, sadece Türkiye’de yaşıyormuşum” diyor...

Diğerinin ise hikayesi daha kısa: “Ben Türkiye’de yaşamıyormuşum, Türkiye’ye katlanıyormuşum...”

Bunun niye böyle olduğuna dair yazacağım da, önce seçimlerden söz edelim biraz.

Önümüzdeki Pazartesi günü Türkiye nasıl bir güne uyanacak? Herkesin kafasında böyle bir soru var...

Aslına bakarsanız 14 Mayıs gecesi çok önemli bir kesimin bu ülkeye dair bütün umutları yitip gitmişti. Başka bir ülkeye göçme konusunda küçücük bir şansı olan yüz binlerce kişi haritadan kendine yer bakmaya, göçmenlik koşullarını araştırmaya başladı.

Hepimiz buna birebir tanık olduk.

Pazar günü yapılacak yerel seçimlerde de, ülkenin yarısı, “Acaba bunlara bir nebze fren konulabilir mi?” diye sönük bir beklentiyle gidecek sandık başına.

Kimsede heyecan yok. Hayatlarımıza bıkkınlık hakim. Çünkü tünelin ucunda ışık falan görünmüyor.

Seçimden nasıl sonuçlar çıkarsa çıksın, hayatımıza kabus gibi çöken baskı ve zorbalık, tabii iktisadi yıkım da, mutlak olarak derinleşecek. Bunu matematiksel bir kesinlikle söyleyebiliriz.

Bir kaygımı da ifade etmek istiyorum, ki bu kaygı aslında ilk başta verdiğim iki örneğin de izahatı olacak: Önümüzdeki dönemde, yurttaşların yarısı, en hafif tabirle ‘itilip kakılacak’.

Evet, Tayyip Erdoğan’a oy vermeyen, Saray Rejimi’ne biat etmeyen yüzde 50’yi çok zor bir dönem bekliyor. Bunu bir ‘sindirme’, ‘diz çöktürme’ süreci olarak tarif edebilirim.

Tayyip Erdoğan, yaratıcısı olduğu rejimi kendisine biat üzerine bina etti, her geçen gün daha da güçlü bir biçimde kurumsallaştırıyor.

Hani herkesin dilinde bir ‘liyakat’ lafı var ya, “Türkiye’de liyakatsizler işin başında” deniyor ya, bu bir ‘hata’, ‘münferit bir sapma’, ‘kazara gerçekleşen bir vaka’ falan değil, düpedüz tercih.

Kapitalizmin acımasız rekabet koşullarında da, farazi bir sosyalist ülkede de, mevcut kapasitesiyle ‘hiçbir halt’ olamayacak cahiller, kifayetsiz muhterisler, beceriksiz yalakalar Türkiye’nin devlet kurumlarında, yandaş medyada, sosyal hayata nüfuz eden kuruluşlarda tüm yönetim kademelerini doldurmuş vaziyette.

Ciğeri beş para etmez, intihalci, iki lafı bir araya getiremeyen, en iyi ihtimalle ‘evlat olsa sevilmeyecek’ tiplerden rektör, müdür, üst düzey bürokrat, beş maaşlı yönetim kurulu üyesi yapılması tesadüf değil yani. Her biri size verilen bir mesaj: “Saray Rejimi’ne biat edersen seni de ihya ederiz. Ne kadar ahmak ya da ne kadar zeki olduğunun hiçbir önemi yok. Cahil de olabilirsin, birikimli de. Deneyimin bu devlet için bir şey ifade etmiyor. Tek kriterimiz biat...”

Diploma sahtekarı bir güreşçiyi kamu bankasına yönetim kurulu üyesi yapmaları, Yeliz’den milletvekili yaratmaları ya da dünyadan haberi olmayan bir ilahiyatçıyı bu deprem ülkesinde AFAD’ın başına getirmeleri hep aynı mesajı veriyor: “İktidara yaranırsan her şey olabilirsin!”

Yine bu yüzden, ‘mülakat’ sistemini kaldırmıyorlar. Genel seçimler öncesi verdikleri “Mülakat kaldırılacak” vaadi aslında açık bir itiraftı. ‘Mülakat’, devlete işe alımlarda yandaşları işe yerleştirmenin diğer adı. Bunu herkes biliyor, kimse sesini çıkaramıyor. Gücümüz yetmediği için mızmızlanıyoruz, o kadar...

Ve biz, burada biat etmeyi haysiyetine yediremeyenlerden söz ediyorum, iktidara boyun eğerek ihya edilen popüler simaları görüyoruz ve şuurlu bireyler olarak bunlardan topluca tiksiniyoruz ama her birimizin bireysel hayatına daha niceleri giriyor ve kendi mikro tiksinme alemimizi oluşturuyorlar. İşyerinde, devlet dairelerinde, sokakta, arkalarında koskoca iktidarın olduğunu bilerek her birimize parmak sallayan rezil bir güruhla muhatabız. İster istemez bize dokunuyorlar.

Üsküdar Meydanı’nda yürürken, konuşmayı bile bilmeyen tuhaf tipler herhangi birimize, “Terörist bu! Polis! İçeri atın hemen bunu!” diye bağırabiliyor.

Yani, sadece iktidarın tepesi ve iktidarın yarattığı/semirttiği lümpen sermaye sınıfından ibaret bir yiyici takımı yok ortada. Bir ‘besin zinciri’ var.

En tepeden başlayarak, bürokraside tepelere yerleştirme, tarikat vakıflarına hibeler yollama, belediye başkanı yapma, belediyelerden kaldırım ihalesi verme, okula ya da vergi dairesine müdür yapma, falancaların çocuklarını işe yerleştirme, ‘sosyal yardım’ ve yiyecek kolisi dağıtma gibi sıralanabilecek, en yukarıdan en aşağıya doğru genişleyen bir ‘besin zinciri’nden söz ediyorum.

Misal, emekli maaşları açlık sınırının yarısı kadar fakat bazı emekliler ‘sosyal yardım’ ve erzak kolileriyle ödüllendiriliyor. Üç lokma fazla yiyorlar.

Ne karşılığında?

Elbette parti üyeliği ya da referansı karşılığında.

Tüm emeklilere, tüm yardıma muhtaçlara verilen bir haktan değil, bir ‘lütuf’tan söz ediyoruz. Ve bizzat bu iktidar tarafından sefiller yığınına çevrilmiş milyonlar kendilerini sırf bu ‘lütuf’ nedeniyle şanslı hissediyor. İktidara minnet duyuyorlar. Ve iktidara bir başkası gelirse, bu lütfu kaybedecekleri korkusuna alıştırılmışlar...

Türkiye’deki oy verme davranışını işte bu ‘besin zinciri’ ve ‘minnet’ ile açıklayabiliriz. İktidar, insanlık haysiyetinin bittiği yerde başlıyor.

Ve Saray Rejimi bu yüzden toplumun yarısını diğer yarısıyla tehdit ediyor. İktidarın sırrı toplumdaki bu muazzam yarıktan başka şey değil. Yarığı canlı tutmak için din, iman, bayrak, yaşam biçimi, aklınıza gelebilecek tüm ayrımcılıklar kullanılıyor.

Sistematik olarak fenalık üretiyorlar. Fenalık üretemezlerse güçlerinin kalmayacağını biliyorlar. O yüzden toplumun yarısını diğer yarısına dövdürüyorlar. Evet, bildiğiniz dövdürüyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir inek hırsızına yumruklatmaları nedir ki? Orada hepimizi dövdüler işte. Gıkımızı çıkaramadık.

Her gün daha büyük basınç altında ezilen, dişini sıka sıka yaşamak zorunda olan yüzde 50 işte bu yüzden depresyonda ve bu ülkeye katlanmak zorunda kalıyor.

Seçim sonrasında bu vaziyet o kadar dermansız hale gelecek ki, kendi adıma ne yapacağımızı tam olarak kestiremiyorum.

Büyük muhalefet partilerine baksanıza. Durumun farkında bile değiller. Bu muhalefetle tuvalete bile gidilmez. Seçimsiz geçecek yaklaşık beş sene bu millete ne diyecekler, gerçekten merak ediyorum.

Anlayacağınız, Türkiye’nin ‘normal’ bir çıkış yolu yok.

Şaka gibi ama gerçek: Koca memleketin kaderini Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli belirlemeye devam edecek...

Bu yazı toplam 6433 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Gülseven Arşivi

Neo-Abdülhamid Devri... –I-

06 Aralık 2024 Cuma 10:54

Dinciliğin günah tarihi...

17 Nisan 2024 Çarşamba 09:01

Gökhan Zan vakası...

20 Mart 2024 Çarşamba 15:33

"Üçüncü Savaş" senaryoları

07 Mart 2024 Perşembe 12:23

Bütün kötüler aynı yerde...

24 Şubat 2024 Cumartesi 13:46

İç ve dış sırtlanlar...

14 Şubat 2024 Çarşamba 09:52

Türkiye nereye gidiyor?

02 Şubat 2024 Cuma 07:53

Türkün uzayla imtihanı

18 Ocak 2024 Perşembe 19:37