Türkiye'dekilerin gurbetçilere bakışı

Türkiye'dekilerin gurbetçilere bakışı

Türkiye'dekiler, 'pis işler' yaparak lüks arabalara binen gurbetçilere acıdıklarını söylerler. Ancak fırsat verilse, onlarla kendi hayatlarını değiştirmeye de hazırlar.

OKTAN ERDİKMEN - Türkiye’de gurbetçilerin genelde olumsuz bir algısı var. Türkiye'de yaşadığım dönemde, bu durum ister istemez beni de etkiliyordu. Almanya’dan tanıdıklarımız geldiğinde, bize top ve çikolata getirirler diye sevinirdik ama onları hiçbir zaman bizden biri olarak görmezdik. 

Lüks arabaların üstüne bağladıkları ve zaman zaman bize de “bir tur” verdikleri BMX kontrpedallı bisikletleriyle, genelde hava atmaya çalıştıklarını düşünürdük.

Sürekli soru sorardık: Orada şu nasıl, bu nasıl? Öğretmenler dövüyor mu? En iyi okul hangisi? 

Öğretmenlerin hiç dövmediğini ve sınıfça ata binmeye gittiklerini duyduğumuzda ise şaşırırdık. Atatürk Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenimiz Alaaddin Güneş Almanya ile ilgili bir anısı anlatmıştı. “Otobüs duraklarında, otobüslerin geliş saati yazıyor. Ya bir dakika önce gelirler, ya da bir dakika geç” dediğinde, sınıftan bir şaşkınlık uğultusu yükselmişti. 

Zaman zaman Almanya’dan nakil yaptırarak okulumuza gelen arkadaşlarımız olurdu. Onları da hiçbir zaman bizden kabul etmezdik. Diğer taraftan, Türkiye’de çocukluktan başlayarak Almanya’ya karşı bir hayranlık duygusu, Türkiye’den gidenlerin orada tuvalet temizlemek gibi en pis işleri yaptıkları, sonra o paralarla gelip burada hava bastıkları algısı vardı. Almanlar dünyanın en iyi otomobillerini ürettikleri için büyük saygı görmelerine rağmen, “Almancılar” en pis işleri yaptıkları için bu saygıdan pay alamazlardı. 

Orhan Kemal, Gurbet Kuşları romanında hızla değişmekte olan İstanbul’un, gurbet kuşlarının mekanı haline gelmesini anlatıyor. Anadolu’dan saf bir şekilde yola çıkan köylüler, bu değişimden faydalanmak adına sisteme uyum sağlıyorlar. Sistem de onların bu açgözlülüğünden yararlanarak ilerliyor.

İşte “Almancılar” da, “Hiçbir şey bilmeden köylerinden kalkıp Avrupa ülkelerine gitmişler ve çok paragöz olduklarından, 24 saat tuvalet temizleyip birer Mercedes almışlar, onunla da gelip burada hava atıyorlar” düşüncesi, Türkiye’deki genel gurbetçi imajı olarak hafızalara kazındı.

Almanya ile ilgili çekilen filmler de bu algıyı destekledi. Sarı Mercedes filminde sürekli arabasından bahseden başrol oyuncusu, açgözlü, kadın düşkünü ve hava basma meraklısı bir gurbetçi imajı çiziyor.

Başrolünde Neşe Karaböcek’in oynadığı “Almanya’da bir Türk kızı” filmindeki gurbetçi Murat, omzunda taşınabilir bir teyp, kısa pantolon ve elinde fotoğraf makinesiyle tarif ediliyor. Şerif Gören’in “Almanya Acı Vatan” ve başrolünde Kemal Sunal’ın oynadığı “Postacı” filmlerinde Almanya’dan gelen işçilerin zenginliğine ve lüks arabalarına vurgu yapılıyor.

Kemal Sunal, Almanya’da geçen “Polizei” filminde aslında çöpçü olmasına rağmen, sahte polis üniforması giyerek rüşvet topluyor. Filmdeki diğer karakterler doğru dürüst Almanca bilmiyorlar ve hepsi de “pis” işlerde çalışıyorlar.

Öte yandan, alın teriyle, helal para kazanılan hiçbir iş 'pis' değildir. Asıl 'pis' iş yapanlar, insanların sırtına basıp, hırsızlıkla, yolsuzlukla bir yerlere gelenlerdir.

Türkiye'dekilere göre, gurbetçiler “pis” işler yapmaları karşılığında lüks arabalara binebiliyor ve tatile çıkabiliyorlar. Bu durumda onlara ya hayranlık duyulması, ya da acınması gerekiyor. Bugün Türkiye’nin yüzde 90’ı hala bu algı doğrultusunda “Almancılara” acır. Ancak fırsat verilse, kendi hayatını onların hayatıyla değiştirmeye de hazırdır.

Peki bu durumda gurbetçiler ne yapmalı?

Aslında söylenecek çok söz var. Ancak bir gün ölü ya da diri ama mutlaka döneceğimiz memleketimizin hatırına susmak ve konuyu Derdiyoklar'dan bir şarkıyla kapatmak en doğrusu:

Helmut diyor: 'Pis yabancı', Tuğrul diyor: 'Alamancı'.

Bir gün çekip gitsek buradan, işe alır mı Sabancı?

 

Oktan Erdikmen’in diğer yazılarını okumak için lütfen tıklayınız.

HABERE YORUM KAT
1 Yorum