Erdoğan neden Bosna'da miting yapıyor?

Erdoğan neden Bosna'da miting yapıyor?

Yıllardır sürdürdüğü hatalı politikalarla Avrupalıları hem kendine hem de gurbetçilere düşman etti. Seçim öncesi verdiği sözleri tutmadı. Güya vizeler kalkacaktı, şimdi kendisi bile Almanya'ya, Fransa'ya gelemiyor.

OKTAN ERDİKMEN - AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde, Avrupa Birliği bu durumu büyük memnuniyetle karşıladı. Bugün terörist olduğu iddia edilen AGİT'in o seçimlerle ilgili raporunda, Türkiye'deki demokrasi ve çoğulculuk göklere çıkarılıyordu. Seçimlerin ve görev değişiminin büyük bir şeffaflıkla geçtiğini söyleyen Avrupa Birliği heyeti, basının tüm partilere eşit yer verdiğini söylüyordu.

Erdoğan siyasi yasağı nedeniyle milletvekili bile seçilememesine rağmen, parti başkanı olarak Avrupa turuna çıktığında el üstünde tutuldu. Gittiği her ülkede devlet protokolüyle karşılandı; başbakanlar, cumhurbaşkanları tarafından ağırlandı. Avrupalılar, "Halkın saygı gösterdiği siyasilere, biz de saygı duyarız" mesajı veriyorlardı.

Kemalistlerse AB'ye içten içe kızıyor, siyasal İslamcıların gizli ajandasını görmemekle suçluyor ama kimseyi inandıramıyorlardı. Bunun sebeplerinden biri, ordunun Kemalistlerin kontrolünde olduğu ve her an darbe yapabileceği yönündeki kanıydı. Avrupa'nın birçok ülkesinde, diktatörler halk desteğini kaybetmelerine rağmen, orduyu kontrol edebildikleri için uzun süre iktidarda kalabilmişlerdi. Avrupalılar bu nedenle aday ülkelerde ordunun gücünün tamamen kırılmasını istiyordu.

Aradan geçen süre zarfında, gerçekten de ordunun siyasetteki etkisi kırıldı. Ancak aynı dönemde AKP'nin hiç demokrat ve çoğulcu olmadığı da ortaya çıktı. Avrupa'nın karşısında artık kendi oligarşisini kuran, kendi valisini, istihbaratını, polisini, hakimini, savcısını ve en önemlisi de kendi ordusunu oluşturan bir yapı vardı. Erdoğan askeri vesayet özentisini, genelkurmay başkanını, seçimlere girmeyi düşünen bir adayın evine gönderecek kadar abartacak ve meclisi devre dışı bırakarak, ülkeyi KHK'larla yönetecekti.

Elbette bu durum Avrupa'nın demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü ve çoğulculuk gibi değerlerine aykırıydı. Avrupa Birliği yine de mülteci akını tehdidi nedeniyle, olan bitene çok fazla sesini çıkarmadı.

AKP diğer taraftan Avrupalıları iç politikada bir düşman figürü olarak kullandı. Referandum öncesinde Batılı liderlere ağır hakaretler edildi. Her fırsatta onların Türkiye'yi kıskandıkları, terörü destekledikleri, Nazi oldukları ileri sürüldü.

Sonuç olarak ticaret ve turizm büyük darbe yedi. Almanya, şirketlere verdiği kredi garantilerini de masaya koyunca, düne kadar 'Bu terörist, asla bırakmayız' denilen Gazeteci Deniz Yücel, aniden özel uçakla Almanya'ya gönderildi.

Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımız hedef tahtası haline getirildi. Bulundukları ülkelerde aldıkları sosyal yardımdan, çifte vatandaşlıklara kadar her şey mercek altına alındı. On binlerce insanımıza soruşturma açıldı, vergi dairesinden mektup gönderildi.

Hükümet, seçim öncesinde gurbetçilere verdiği sözleri de tutmadı. Emeklilere çalışma izni, THY biletlerinde indirim vaatlerinde tükürdüğünü yaladı, bunun yerine kendi yandaşlarına avanta dağıttı. Söz verdiği 17 vaatten sadece 3'ünü yerine getirdi.

İmzaladıkları Otomatik Bilgi Transferi Anlaşması bile, tek başına gurbetçilerin hayatını zehir etmeye yetti. Bu anlaşmanın asıl etkileri ise bilgi paylaşımının gerçek anlamda başlayacağı eylül ayından itibaren görülecek.

Güya vizeleri kaldıracaklardı. Hatta kaldırdık diye açıklamalar yaptılar. 'Vatandaşlarımız şöyle başı dik, vücut öne eğik bir şekilde pasaportu masaya koyup Avrupa'ya girecek' dediler.

Şimdi kendileri giremiyorlar. Almanya'da, Fransa'da, Avusturya'da, Belçika'da, Hollanda'da toplantı yapamıyorlar. Avrupa'da miting yapıyormuş gibi göstermek için, gele gele Bosna Hersek'e kadar geldiler. 

Avrupa Birliği ile çıkardıkları bu yapay kavgayı sürdürmekten korkuyorlar. Çünkü Avrupa'dan gelecek tek bir turiste, tek bir avro yatırıma bile ihtiyaçları var.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, bir kişinin egosu yüzünden ne hallere düşürüldü.

İnsanlarımız Avrupa'da yaşadıkları ülkelerde 'Türküm' demeye çekinir oldular.

Şimdi Bosna'da, parası Türkiye'deki garibanlardan toplanan dolaylı vergilerle ödenen salonda, emeklilerden kesilen ilaç paralarıyla alınan AKP bayraklarını sallarken, atanamayan bir öğretmenin cebindeki son kuruşla aldığı simitten elde edilen gelirle tutulan otobüsten inip, borçlarını ödeyemeyip intihar eden işçinin kefen ücretinden kesilen yüzde 18 KDV ile dağıtılan iftar paketlerini yerken bütün bunları bir kere daha düşünsünler.

Bu sözler içlerine siniyor, lokmalar boğazlarından geçiyorsa; afiyet olsun.

 

Oktan Erdikmen'in diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

HABERE YORUM KAT
6 Yorum