Bizi de toplama kamplarına gönderirler mi?

Bizi de toplama kamplarına gönderirler mi?

AfD milletvekilleri Türk dükkanlarını boykot çağrısı yaptı, Almanya’daki Türkleri soykırımcı, kimyon taciri, deve çobanı olarak niteleyip, ait oldukları yere gitmelerini istedi. Biz ise hiçbirini ciddiye almadık. Tıpkı 1930’larda Yahudilerin yaptığı gibi.

OKTAN ERDİKMEN - Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD), yüzde 13 oyla girdiği federal mecliste, bizim vergilerimizle finanse edilen sistematik bir ırkçılık siyaseti yapıyor.

Geçtiğimiz hafta, bu oluşumun başkan yardımcısı ve milletvekili olan Gottschalk, "Vicdan sahibi yurttaşlara sesleniyorum. Türk dükkanlarını boykot edin çünkü onların yüzde 70'i Erdoğan'ı destekliyor” demişti.

Bu tartışma bitmeden, AfD’nin Saksonya-Anhalt Eyalet Başkanı Poggenburg, Almanya’daki Türkleri kimyon tüccarlarına, deve çobanlarına- güdücülerine benzeterek, “Bir buçuk milyon Ermeni'ye soykırım uygulayan ve hala sorumluluk üstlenmeyen bu kimyon tacirleri bize vatan ve tarih dersi vermeye mi kalkıyor? Akıllarını kaçırmışlar herhalde. Bu deve güdücüler ait oldukları yere çekip gitsinler” ifadelerini kullandı.

Bizse bunları hiç ciddiye almadan, “Nasılsa bir şey olmaz” düşüncesiyle televizyonda dizi izlemeye devam ediyoruz.

Tıpkı 1930’larda Almanya’da yaşayan Yahudiler gibi...

Yahudiler, toplama kamplarına gönderilmeden önce Almanya’dan kaçabilirlerdi ama bunu yapmadılar. Çünkü böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal dahi vermiyorlardı.

Her ileri adımda, daha fazlasının gelmeyeceğini düşünüyorlardı.

Naziler 1920’lerde kimse tarafından ciddiye alınmıyordu. Seçimlerde aldıkları oy oranı yüzde 2-3 arasında değişiyordu. Hitler’in kitabı elden ele dolaşıyor, gazetelerde, radyoda, Nazi dergilerinde propaganda yapılıyordu.

Kimse Nazilerin başarılı olabileceğini düşünmüyordu. Çünkü zayıftılar, marjinaldiler ve her şeyden önemlisi yasaldılar.

Yahudilerse Almanya’da çok rahattı. Bilimde, sanatta, teknikte bu ülkeye büyük katkılarda bulunuyorlardı.

1933’e kadar 37 Alman Nobel Ödülü kazanmıştı ve bunlardan 11’i Yahudi’ydi. Almanya’nın kendilerine bir süreliğine kötü davranabileceğini ancak sonunda her şeyin düzeleceğini düşünüyorlardı.

Önce boykotlar başladı. Yahudi dükkanların önüne SA çetelerinden bekçiler koydular. Sonra Yahudileri dışladılar. Restoranlara, kafelere, tiyatrolara hatta parklara ve bahçelere almadılar. Yahudiler yine Almanya’da yaşamaya devam etti. Bir süre sonra her şeyin eskisi gibi olacağına inanıyorlardı.

Hitler, önce Almanya’daki Polonya Yahudilerini sınıra sürdü. İnsanlar burada açlıktan ve hastalıktan öldüler. Onlardan birinin oğlu, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ne giderek karşısına ilk çıkan kişiyi vurdu.

Ertesi gün insanlık tarihinin en utanç verici olaylarından biri yaşandı. Kristal Gece’de binin üzerinde sinagog ateşe verildi. 7 binin üzerinde dükkan yağmalandı. Üstelik Almanların uğradıkları iddia edilen maddi zarar da Yahudilere ödetildi.

Yahudiler artık bundan daha kötü bir şeyin yaşanamayacağını düşünüyorlardı. Oysa bu gece, asıl trajedinin sadece işaret fişeğiydi. Kollarına sarı yıldızlar takıldı, mallarına el konuldu. Sonunda olanları hepimiz biliyoruz.

Bunları okurken, büyük ihtimalle “Bizimle ne ilgisi var? O günler yaşanmaz. Bizim başımıza böyle şeyler gelmez” diye düşündünüz. Ancak 1930’da bir Yahudiye, 10 sene sonra toplama kampında yakılacağını söyleseydiniz, emin olun, sizinle aynı tepkiyi verirdi.

Hitler’in kitabını dikkatli okuyanlar hariç. O kitabın henüz birinci sayfasında şunlar yazıyor: “Sabanın yerini kılıç alacak ve savaşın gözyaşları gelecekteki dünyanın hasatlarını sulayacak”.

Bu ifadeler en baştan ciddiye alınsaydı, insanlık tarihinin en büyük acısı yaşanmamış olacaktı.

AfD’lilerin sözleri, yeni bir ırkçılık başyapıtının birinci sayfasıdır.

Artık televizyonu kapatıp, bütün bunlara karşı ne yapacağımızı ciddiyetle konuşmamızda fayda var.

Oktan Erdikmen'in diğer yazılarını okumak için tıklayıız.

HABERE YORUM KAT
2 Yorum