Almanya’daki Türk sosyalistlerinin salgın analizi: “Alman efsanesi çökebilir, korku burada”

Almanya’daki Türk sosyalistlerinin salgın analizi: “Alman efsanesi çökebilir, korku burada”

Çalışmalarını uzun yıllardır Federal Almanya’da sürdüren yazar-yayıncı Cemil Fuat Hendek, Avrupa’nın en büyük gücündeki salgını değerlendirdi. Hendek, koronavirüsün sadece sağlık sistemini değil, tüm ekonomiyi çökertmesinden korkulduğunu yazdı.

“İlginçtir: Türkiye’de solun önemli bir kısmını da esir almış müzmin bir Alman hayranlığı hüküm sürmekte. Ve bu hayranlar Almanya üzerine sürekli olarak “yarım doğrular” içeren haberler yaymakta. Pandemiye karşı mücadele konusunda da aynı durumla karşı karşıyayız.

“ALMANYA’NIN MÜCADELESİ” Mİ?

Önce düzeltelim: Bu hafta çarşamba gününe dek “Almanya’da pandemiyle mücadele”den bahsedilmesi temelden yanlıştı. Çünkü bu ülkenin tümünü kapsayan, her yerde geçerli olan bir mücadele hiçbir zaman mevcut olmadı. Federal Cumhuriyet’i oluşturan toplam 16 eyaletin her biri diğerlerinden farklı önlem paketleri hazırladılar. Gerek Federal Meclis’teki tartışmalar, gerekse hükümeti oluşturan partiler arasındaki görüşmeler hiçbir sonuç vermedi. Ülkenin tümüne eşit olarak uygulanan bir pakette anlaşma sağlanamadı. Koalisyon ortağı  CDU (Hristiyan Demokrat Birliği), CSU (Hristiyan Sosyal Birliği) ve SPD (Sosyal Demokrat Parti) sözcüleri Son olarak 17 Ekim’de bir araya geldiler. Sözde anlaşacaklar ve Şansölye Merkel aynı gece saat 21.00’de televizyonda bir açıklama yapacaktı. Toplantı uzadıkça uzadı. Televizyon önünde sonucu merakla bekleyen 25 milyon seyirci, en sonunda ortaklar arasında tam bir anlaşma sağlanamadığını öğrendi.

Çok gecikmiş olarak kameraların karşısına çıkan Merkel tipik bir burjuva politikacısı olarak bir sürü laf etti, yeni hiçbir şey söylemedi; tüm sorumluluğu yurttaşlara yükleyip sustu. Onun ardından mikrofona gelen CDU ve SPD’li bakanlar da aynı yolu izlediler. Yurttaşların korunması için devletin aldığı önlemler üzerine tek laf eden olmadı. Ertesi gün güdümlü Alman medyası bunu “Merkel’in tarihsel konuşması” olarak pazarladı.

EFSANE ÇÖKÜYOR

Şansölye Merkel, hükümet ortakları arasındaki o toplantıdan 10 gün sonra, 28 Ekim’de Federal Meclis’deki, televizyonlarda da aktarılan konuşmasında Almanya’da pandeminin dramatik bir şekilde yayıldığını itiraf etmek zorunda kaldı. “Çok ağır geçecek kış ayları”nı haber verdi. Nitekim 17 Ekim’de bildirilen yeni hasta sayısı 7 bin 830 iken, 29 Ekim’de bu sayının 16 bin 774’e yükseldiği görüldü.

Bu yükselişle birlikte Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı da hızla tırmanmaya başladı. Robert Koch Enstitüsü (RKI) ve Federal İstatistik Dairesinden verilen sayılara göre, Almanya’da ölümü Covid-19’a bağlı görülen ölümlerin sayısı 10 bin 349 olarak veriliyor. Şu anda bilinen toplam 143 bin 645 koronavirüs vakası bulunduğunu hesap ediliyor. RKI, pandeminin çıktığı ilkbahardan günümüze  Almanya’da bu virüsten toplam 499 bin 700 kişinin etkilendiğini bildiriyor. (Tüm dünya ülkelerinin istatistikleri toplamakta olan ABD’deki John Hopkins Üniversitesi’ne göre bu sayı 509 bin 185.) 

İLK KEZ ÜLKE ÇAPINDA ÖNLEMLER

Koronavirüs vakalarındaki bu sıçrayışlı artış karşısında en başta gelen korku sağlık sisteminin... Hayır, ondan da önce ekonominin çökmesi. İşte bu korku, uzun zamandır ülkenin tümünü kapsayan önlemlerde anlaşamayan politikacıları ülke çapında geçerli önlemler almak zorunda bıraktı. Şimdi 2 Kasım’dan itibaren kamusal alanda insanların topluca bir araya gelecekleri her yerde bir ay boyunca geçerli kurallar var. Sokakta koruyucu maske takma zorunlu hale getirildi. Toplantı ve gösteriler, aynı zamanda boş zamanları değerlendirme amaçlı toplu etkinlikler, eğlenceler yasaklandı. Lokanta ve kafeler, spor salonları kapatıldı. Perakende satış yerlerine aynı anda girebilecek müşteri sayıları sınırlandı. Otellerin turistik amaçlı geceleme kabul etmesi yasaklandı. Aile içindeki toplantı ve kutlamalar sadece iki ev ahalisi ve 10 kişiyle sınırlandı.

Fakat burası bir federal cumhuriyet. Dolayısıyla, her ne kadar çoğu kuralda anlaşma sağlanmış olsa da bazı farklılıklar devam ediyor. Örneğin, kimi eyalette alile içindeki toplantılarda sadece iki hane halkı sınırlaması yok. Ya da Bavyera Eyaleti yürüyüşleri yasaklamış değil.  (Ayrıntılarında boğulmamak için önlemleri sıralamayı burada keselim.) 

EYALETLER ARASI ANLAŞMAZLIK: NEYİN GÖSTERGESİ?

Salgının ortaya çıktığı ilk günlerden başlayan anlaşmazlıklar, önlem paketlerindeki farklılıklar aslında korkutucu bir gerçeğin göstergesiydi: Tüm bu önlemler bilimsel esaslara dayanmıyor; tıp alanında  uzmanların öngördüğü önlemlerden başkaca hesapları da içeriyordu. Yani önlem paketlerini tıp uzmanları değil, farklı çıkar çevrelerinin lobileri belirliyordu! Sadece bu konuda değil, Almanya’da toplumsal ve siyasal alanların tümünü kapsayan en temel ve değişmeyen gerçek işte tam da budur.

İşin bir diğer dramatik yanı daha var: Tıp çevrelerinin -ünlü Robert Koch Enstitüsü’ne dek– üniversitelere bağlı, ya da özel tüm araştırma enstitülerinin ve laboratuvarların da doğrudan ya da dolaylı olarak kendilerini finanse eden çevrelerin çıkarlarını gözetmek zorunda olması. 

MÜCADELE BAHANE, TEKELLERE DESTEK ŞAHANE!

Salgına karşı önlemlerde tüm ülkeyi kapsayan bazı uygulamalar tabii ki yok değildi. Bunlar arasında da en temel, hiçbir düzen partisinin itiraza yeltenmediği tek bir nokta var. Onu da şöyle formüle etsek yanlış olmaz: “Salgınla mücadele bahane, tekellere destek şahane!”

Merkel’in 17 Ekim’deki  konuşmasının ana metni, hükümetin asıl tasasının ekonominin tamamen çökmesi ve buna karşı önlem alınması gerektiği üzerine uzun paragraflar içeriyormuş. Merkel son anda halkın bunca açıklıkla bilgilendirilmesini uygun görmediği için bu pasajların tümünü silip, atmış.

Öte yandan, Federal Ekonomi Bakanlığı’nın propaganda aygıtlarından yayılan haberler göre, Almanya’da tarihinin en büyük yardım paketi onaylanmış bulunuyor: “Pandemiyle mücadele için bütçeden toplam 353 milyar avro ayrılmış. Finans merkezlerine verilen garantilerin toplamı 819 milyar avroyu buluyormuş. Devlet bu amaçla yaklaşık 156 milyar avro ek kredi almış!

Akıl almaz rakamlar! Tabii bu arada bankalara ve özellikle demir-çelik, otomotiv, kimya ve elektronik sanayilerinde faaliyet gösteren tekellere sadece doğrudan değil, dolaylı da yığınla destek sağlandığı herkesin malumu. Ne var ki, söz konusu yardımların federal devlet, eyaletler ve kent yönetimleri tarafından nasıl, nerelere harcandığı ve harcanacağı ise uzmanların bile kolayca içinden çıkamayacağı bir karmaşa. Kesin rakamlar karmaşık ifadeler ve formüllerle sis perdesi arkasına saklanmış birer muamma.

Sadece büyük işletmelerin yararlanabileceği sermaye dar boğazına ya da ciro kayıplarına karşı doğrudan destek paketleri oluşturmakla kalmadılar. Bunların yanı sıra bir dizi de dolaylı destek sıraya girdi. Sadece bir örneğe değinip geçelim: İşyerlerinin korunması amacıyla yapılan yardımlar. Medya, işyerlerinin korunması için yapılan yardımlar üzerine propaganda haberleriyle dolduruldu. Kısa çalışma süresi 24 aya uzatıldığı gibi, giderlerinin bir kısmının devlet tarafından karşılanacağı ilan edildi. Bu zaten, kapitalizmin dünya çapındaki krizinden etkilenen, üretimi kısmak zorunda kalan, mevcut yasalar nedeniyle uzun süreli kısa çalışmaya geçemeyen, ya da toplu işten çıkarmalara girişemeyen dev işletmelerin arayıp da bulamadığı bir durum değil miydi? Koronavirüs geldi, hepsine gün doğmuş oldu!

EMEKÇİLERİN VE KÜÇÜK İŞLETMELERİN KÂBUSU

Şimdi ülke çapında insanların bir araya gelmesini yasaklayan kurallar konurken, fabrikalarda, işliklerde üretimin devamı için çaba gösteriliyor. Aile ziyaretine gitmesi yasaklananlar, akar bantlarda yan yana, omuz omuza çalışmak zorundalar. Öte yandan, doğrusunu söylemek gerekirse, koronavirüs önlemleri işçi ve emekçilerin de pek umurunda değil, yeter ki çalışacağı bir işi olsun. Herkes işini kaybetme korkusu içinde.

Küçük işletmelerde çalışmakta olan, büyük fabrikalardaki gibi toplu sözleşmelerden olması gerektiği gibi yararlanamayan işçilerin, taşeron firmaların çalışanlarının, ya da parça başı hesap görenlerin durumu ise bu günlerde tam bir felaket. Zaten asgari ücret bile değil, sınırlı saat çalıştığı gösterilerek ayda sadece 460 avro alanların önemli bir kısmı şimdiden işsizliğe mahkum oldular. Üstelik bunların doğru dürüst işsizlik parası alma olanakları da olmadığı için sosyal yardıma muhtaç kalacaklar.

Şu anda Almanya’da 2.760.000 işsiz mevcut.Bu sayı geçen yıl aynı aya göre  556.000 daha fazladır.  3.552.000 kişi ise tam gün değil, yarım gün ya da haftada sadece birkaç saat çalışmaktadır. Bu sayı da geçen yıla göre 420.000 daha fazla.

İşsizlikteki bu eğilimin giderek daha da artacağına kesin gözüyle bakılıyor. 

YARDIM KASASINDA “HALK İÇİ” KALANLAR

Şimdi işçileri, geniş emekçi kesimleri, küçük üreticileri ve serbest meslek sahiplerini doğrudan ilgilendirdiği iddia edilen birkaç sıradan önleme bakalım:

Pandemi ile birlikte katma değer vergisi, sözde halkın alım gücünü desteklemek adına yıl sonuna dek düşürüldü: Genel olarak yüzde 19’dan yüzde 16’ya indirildi. Gıda maddelerinde ve kültürel ürünlerde de iki puan düşürülerek yüzde 5 yapıldı. Şeytan ayrıntıda gizli: Bu indirimin doğrudan müşteriye yansıtılıp, yansıtılmayacağı kararı ise, şirketlerin özgür iradesine bırakıldı. (Bundan ne anlaşılacağını okuyucuya bırakalım.)

Küçük işletmelere ve serbest meslek sahiplerine yardım paketleri ilan edildi. Piyasanın aniden durgunlaşması karşısında paniğe kapılanlar, ya da hemen dara düşenler bu yardıma koştular. Gerçekten de kendi bankaları üzerinden, daha önce hiç olmadığı kadar kolaylıkla mali kaynak sağladılar. Sonra da şaşkına döndüler. Çünkü ayrıntıya saklanmış olan şeytan kulaklarına bu paraların yardım değil, sadece belli bir vade için verilmiş, düşük de olsa harçları ve faiziyle birlikte geri ödenmesi gereken “köprü krediler” olduğunu fısıldayıverdi.

Çocuklu ailelere bir defaya mahsus olmak ve iki parça olarak ödenmek üzere her çocuk için 300 avro yardım parası yanı sıra, 2021’den itibaren çocuk paralarına 15 avro zam yapılması kararı alındı. Zam demişken... Tüm fiyatları etkilediği söylenen benzin fiyatları son yılların en düşük seviyesine gerilemişken, gıda fiyatlarının her ay sinsice yükselmekte olduğu gözleniyor. Sözde Kartel yasalarıyla tekel fiyatı uygulamanın yasaklandığı bu ülkede özellikle ucuz yiyecek satan ALDI, LİDL vb. zincirlerde her hafta başında nasıl oluyorsa, örneğin tereyağı fiyatlarının %50 artıvermiş ve her yerde aynı olduğu görülebiliyor. Çocuk parasına yapılan ve henüz ödenmesine başlanmamış olan zamların şimdiden buharlaştığını iddia etsek yanlış yapmış olmayız. 

BİR DE OKULLAR KAPANMIYOR

Fabrikaların yanı sıra okulların da açık kalmasına karar verildi. Aslında öne sürülen neden oldukça makûl: Evde kalan çocuklarda ruhsal bunalımlar artıyor. Üstelik online eğitim sırasında çocuklara yardım edilemiyor, ne yaptıkları, öğretilenleri ne kadar izleyebildikleri kontrol edilemiyor. Bunlar doğrudur, fakat doğru olan bir nokta daha var: Almanya’da böylesi bir sistemden yararlanmak için gereken donanıma sahip olmayan milyonlarca okul çağında çocuk var. Kaldı ki, Alman okul sistemi ve öğretmenler de buna hazır değiller. Ne bu tür dersler için eğitilmişler, ne de okullarda amaca uygun sistemler, bilgisayar programları mevcut.

Önlem olarak fiziksel temastan kaçınmayı salık verenler, okullarda bu işin nasıl yürüdüğünü bilmek istemiyorlar. Uygulamalar öylesine çeşitli ki... Kimi yerde sınıfta maske takmayan öğrenciler aralarda koridorlarda ve okul bahçesinde maske takmak zorunda. Bazı okullarda ise, sınıfta da maske zorunluluğu konmuş. Kimi dersliklerde öğrenciler tek kişilik sıralarda birbirlerine uzak mesafede oturuyorlar, kimi sınıflarda ise sıralar ikişer kişilik. Öğrenciler orada omuz omuza ders izlemek zorunda...

Fakat asıl sorun şu: Pandemi başlangıcından bu yana kesin ve kalıcı önlem almayı başaramayan bu ülkede, kimi okullar geçici tatile girdi. Kimi uzaktan eğitim denemesine kalkıştı. Sonuçta ders planları berhava oldu. Şimdi özellikle mezuniyet sınıflarındaki öğrenciler çok ciddi bir sorunla karşı karşıya. Arada doğan bilgi boşluğu nedeniyle, merkezi olarak hazırlanan sorulara yanıt verme olanakları olmayacak. Bu nedenle ara sınıfta kalmak kaldırıldı. İsteyen bir üst sınıfa devam edecek, isteyen o sınıfı tekrarlayacak. Kısacası, okullarda tam bir kaos hüküm sürmekte ve öğretmenler arasında bile bu dönem öğrencilerin “kayıp nesil” olacağı konuşulmakta.

ANAYASAL ÖZGÜRLÜKLERİN “SAVUNUCULARI”

Bir yanda kısıtlama ve yasaklar, öte yanda bunca çelişkili kararlar karşısında halk arasında bir tepki de oluşmakta. Ne yazık ki, düzen solu bu tepkilere gözünü kapatmış duruyor. Halkın duygularını popülist söylemlerle politikalarına payanda yapmakta usta olan faşistlerse sokağa çıkmakta, çelişkili uygulamaları, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını protesto etmekte. Sağcı CDU’nun kardeş partisi CSU’nun yönetimde olduğu Bavyera’da yürüyüşlerin yasaklanmamış olması, bu kararın arkasında faşistlere gösteri olanağı yaratma hesabı olduğu şüphesi yaratıyor.

Önümüzdeki kış aylarının ufkunda, kasalarında birikmiş bunca zenginliğe karşın “Koronavirüse karşı başarıyla mücadele eden Almanya” efsanesinin tamamen çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği konuşuluyor.”

+49-FRANKFURT

KAYNAK: www.sol.org.tr

FOTO: Fabrizio Bensch / DPA

 

HABERE YORUM KAT
1 Yorum