“Paris yanıyor”: Macron günlerinde korona, korona günlerinde Macron

“Paris yanıyor”: Macron günlerinde korona, korona günlerinde Macron

Fransa yaşlı kıtanın virüs merkezi oluverdi. Peki, koronavirüsle mücadele adına Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ne hesaplar peşinde? “Halk alarmda” diyen Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, günlük yaşamı vuran bir “siyasi aczi” yorumladı.

4 Ekim 2020 çarşamba gecesi Fransa Cumhurbaşkanı’nın birçok televizyon kanalınca yayınlanan soru-yanıtlı danışıklı dövüşü dibe vuruşun frenkçesi olarak tarihte yerini aldı. Görmeliydiniz, soruları sormak rolünü oynayanlardan TF1’in gazetecisi utancından yüzünü saklayacak yer bulamıyordu.

Martta koronaya karşı “nous sommes en guerre” diyerek savaş ilan eden “başkomutan”, çarşamba gecesi maalesef sıradan doktor tavsiyeleriyle yetindi: “Ellerinizi SABUNLA YIKAYIN” vb. daha önce de söylediği, yinelediği ve artık herkesin ezberlediği şeyleri tekrarladı... Korona belasından ölenlerin sayısı 33 bin 37 iken, ölü sayısını “32 bin” olarak ilan etti. Kimi sorulara yanıt vermek yerine topu taça atmaya kalkınca soru soran, soruyu anımsattı. Ve benzeri şeyler.

Bu “soru-yanıtlı buluşmayı” neden yaptığı sorusunu da biz seyirciler birbirimize sorduk. Evet gidişin çok berbat olması nedeniyle yeniden yeni tedbirleri, daha sıkı, daha zorlu tedbirleri açıklayacaktı. Onun içindi. Ama bir kez daha yarım ve yetersiz tedbirler ilan etti. 

image001.jpg

KORONA ile mücadele için bulduğu yeni tedbir yine geç alındı ve yetersiz kalmaya mahkûm: Couvre-feu yani SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI, Paris’in de içinde yeraldığı “İle-de-France” Bölgesi ile sekiz “metropol”de. “Metropol” tırnak içinde çünkü sadece adı geçen kenti değil çevresindeki irili ufaklı banliyö vesaireyi de kapsıyor.

Evet cumartesiden itibaren SAAT 21 İLE 06 arasında sokağa çıkmak yasak. İstisnalar hariç. Lokanta, bar, cafe vesaire gece saat dokuzda kapanmış olmalı...

Yaklaşık 20 milyon insan gece 21-06 arasında sokağa çıkamayacak.  Belirli meslek sahipleri ve ilgili hukuki düzenlemelerde açıklanan koşullar içindekiler hariç.

İş hayatı sürecek. Gece çalışanlar çalışmaya devam edecek. Metrolar işleyecek, fabrikalar da...

Perşembe günü Başbakan, Ekonomi ve Maliye Bakanı, Sağlık Bakanı, Çalışma Bakanı, İçişleri Bakanı saat 14’te başlayan ve iki saat kadar süren basın toplantısında, Cumhurbaşkanı’nın ilan ettiği tedbirlerin ayrıntılarını, nasıl yönlendirileceğini, kimlere ne kadar mali yardım yapılacağını açıkladılar. Gece kapatmak zorunda kalan işyerlerinin kaybının nasıl karşılanacağını belirttiler. Yasaklara uyulması için 12 bin polis ve jandarmanın denetim amacıyla gece nöbeti tutacağını da. Yasağa uymayanlara 135 öro para cezası...

BAŞBAKAN: “VURAN DEVLET DEĞİL, VİRÜS !”

Başbakan, sokağa çıkma yasağının isimleri açıklanan bölge ve metropollerle sınırlı olduğunu ama BÜTÜN ÜLKE BOYUTUNDA GEÇERLİ OLACAK “ETAT D’URGENCE SANİTAİRE”İN de (“Sağlıksal olağanüstü hal”/SOH) ilan edildiğini açıkladı. SOH’un kurallarından birkaçını da hatırlattı: “Özel, ailesel, kişisel şenlikler yasaktır.” Eve davet edilenlerin sayısı ev sahipleriyle birlikte altıyı geçmemeli. Yaş ve yıldönümü kutlamaları, düğün dernek, “öğrenci şenlikleri” bir dahaki sefere...

Başbakan, ders vermeye meraklı ve zaman zaman vurucu lakırdılar etmekten de kendini alamıyor: “Vuran devlet değil virüstür!” gibi... 

Maliye Bakanı, en az gelir sahiplerine yapılan yardımın arttırılacağını açıkladı. Ama iş bulamayan gençlerin düşünülmemiş olması üzdü. Onlara da mutlaka yardım elinin uzatılması gerekiyor. Bugünkü düzene, sisteme en çok kızan, sisteme karşı isyana bile hazır gençler ciddi eylemler yapabilir. Cumhurbaşkanı’nın soru-yanıt seansında durup dururken bir veya iki kez “Bana gençleri eleştirici bir şey söyletemezsiniz” demesi boşuna değil. Onun ağzındaki “gençler”le burada sözünü ettiğim gençler aynı sınıftan, aynı mahalleden değil. Birkaç gün önce kırk kadar gencin, varoş çocuklarının, Paris’in hemen yanı başındaki Champigny’de bir komiserliğe saldırı düzenlemesi sadece uyuşturucu satıcılarının gangesterleştiği iddiasıyla geçiştirilmemeli... Son günlerde polislere silahlı saldırılar da artıyor, bu tür olayların coğrafyası genişliyor... Banliyölerin ötelerine yayılıyor...

ADALET VE YÜRÜTME CEPHELEŞMESİ

“Kuvvetler ayrımı” Fransa’da bir gerçektir. Adalet ile Yürütme geçinemiyor. Bu da bir gerçek. Cumhurbaşkanı’nın emri altına alamadığı GÜÇ, ADALET’TİR. Bu konudaki her girişimi yenilgiyle sonuçlandı. FRANSA’DA YARGIÇLAR VAR: Adalet/Yargı gücü pazularını göstermekten de çekinmiyor. İşte son örneklerinden biri: 

“La Cour de Justice de La Republique” başbakanları ve bakanları yargılama hakkına sahiptir. Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı görevi bitene kadar onu yargılanmaktan kurtarıyor. Ama sözleşmesi bitince gözünün yaşına bakılmıyor ve yargılanabiliyor: Jacques Chirac bir örnektir. Nicolas Sarkozy ise daha büyük bir örnek, birkaç davası sürüyor, Sarkozy yargılanıyor.

Macron işbaşı yapınca bu üst mahkemeyi kaldırmak istedi ve isteği sürüyor, ama gücü yetmiyor. Kavga devam ediyor.

“Korona Günlüğü” üst başlığıyla daha önce yayınladığım makalelerde birkaç kez, koronaya karşı akıllı, yetkin ve yeteri derecede etkili mücadele etmedikleri ve gelişi bilinen bir belaya karşı gerekli tedbirleri zamanında almadıkları için iki başbakan, iki sağlık bakanı, bir hükümet sözcüsü ve birkaç genel müdür hakkında açılan yüz kadar davadan söz ettim. Bu davalardan birinin araştırma aşamasında çok önceden belirlenmiş bir tarihte, 15 Ekim 2020 perşembe sabahı eski başbakan Eduard Philippe, eski sağlık bakanı Anges Buzyn’in evleri onlarca polis ve jandarma tarafından didik didik arandı... Bugünkü Sağlık Bakanı ile Sağlık Genel Müdürü’nün evleri ve bakanlıktaki büroları da aynı biçimde arandı. Tarihi bir rastlantı sonucu Macron’un televizyondaki şovunun ertesi gününe gelmesi yargının yürütmeye göz dağı vermesi gibi “yorumlandı”. Televizyonların cahil yorumcuları tarafından. Sanki böylesi bir arama-tarama on iki saate hazırlanabilirmiş gibi. La Cour de Justice de La Republique tarafından yürütülen araştırmanın ne sonuç vereceğini göreceğiz.

Haklarında yüz kadar dava açılan ilgililer korona ile mücadelede iyi yöntem kullanmadıkları için yargılanacaklar. Cezası iki yıl hapis ve otuz bin öro...

“Dünyanın en iyi sağlık politikasına sahipiz” (Cumhurbaşkanı ve birkaç bakanı daha), “Avrupa’nın prestiji en yüksek sağlık sistemimiz” (iki başbakan ve bakanlar) diyen yöneticilerin uygulamaları ve korona belası karşısında madara olmaları sonucu söylediklerinin doğru olmadığı anlaşıldı. Sağlık personelinin 21 bin yoğun bakım yatağı isteğini yıllardır tekrar etmelerine rağmen bugün bu sayının ancak “5.800” olduğunu Sağlık Bakanı söyledi. Biraz övünerek. Şaşırmamak elde değil:

Hastanelerde yatak eksik. Personel eksik, araç-gereç eksik.

Medyanın atışmacı takımları, meselenin özüne inmeden, sokağa çıkma yasağının neden 21, neden 20 değil gibi son derece mühim konuları tartışadursunlar, kimse “Yahu aynı mekânlar gündüz açık olunca virüs kapıdan girmiyor mu?” sorusunu sormadı. Doğal, çünkü bu ülkede sorular önceden hazırlanıyor. Böyle beklenmedik sorular sormak ayıptır. Belki bizim bilmediğimiz şeyler vardı: Öneğin virüs güneş ışığından korkuyor, gece kelebekleri ve belki doğurucusu olduğu sanılan yarasalar gibi sadece gece dolaşıyormuş gibi. Araştırmak lazım. Malum, araştıran bulur.

Oysa bu işin saklanacak bir yönü kalmadı: Avrupa devletleri içinde Fransa’nın korona karnesi çok kötü. Alınan tedbirler yüz kızartıcı bir biçimde yine ticaretin sağlığı yenmesiyle üzüyor. Bu kadar merkantil olunmadı bu ülkede. Ultraliberaller her yolu deniyor. İnsaf artık lokanta, bar, cafe, eğlence mekânları gece belli bir saatte kapanınca belli bir miktarda gelir kasaya girmiyor ama açık olan saatlerde girecek zaten girmiş oluyor. Ama lokanta, bar, cafe sahipleri tatmin olmuyor ve hep bana hep bana daha fazla daha fazla deyip sızlanıyorlar. Ayıp ediyorlar. Çünkü, bu zor günlerde, herkes gibi onların da vatan ve millet için fedakârlık etmeleri bekleniyor. Kesintisiz bir biçimde kasalarını, hep sağ taraftaki cüzdanlarını değil.

Bu arada dikkatimizden aman kaçmasın: Fransa’nın en çok turist, ama çok paralı, çok zengin turist çeken mekânlarından Nice, Bordeau ve çevreleri couvre-feu dışında tutuldu. Oysa herkesin, bilhasa yetkililerin bildiği gibi, iki bölgede de virüs hızla ve yoğuun bir biçimde dolaşıyor.

Bu ve benzer çelişkiler Cumhurbaşkanı’nın ve diğer yetkililerin söylediklerine güveni azaltıyor.

ZENGİNLER DAHA ZENGİN OLDU

Kendisini sorgulayan iki gazeteciyi ikna edemeyen Macron, nasıl bütün bir “ulusu” ikna edecek? “Biz yurttaşlardan (citoyens) oluşan bir ulusuz” dedi. İyi, hoş da... Bütün yurttaşlar arasında olması arzulanan Cumhuriyet’in üç simge kuralından EŞİTLİK ayaklar alına alınıyor. Yeniden ve yeniden. Ve her gün. Cumhurbaşkanı bizzat, ölenler arasında yoksulların sayısının çoğunlukta olduğunu söylüyor, üzüldüğünü belirtiyor, ama eşitsizliği ortadan kaldırıcı önlemleri almıyor. Yoksulluk beterin beteri arttı, artıyor. Zenginler ise korona belası zamanı içinde, altı ayda, zenginliklerini yüzde dört yüz küsur oranında artırdılar.

Fransa’da yurttaşların/halkın durumu, Mayıs 2020’de evde kal programından çıkılmasından sonra daha kötüleşti. İşte yansımaları :

İşsizik arttı. Fransa’da devlet işsizliğin denetimden çıkmasını engellemek umuduyla kimi tedbirleri alıyor. Ama yeterli değil. İşsizlik olgusuyla birlikte kaçak çalıştırılan işçiler meselesi de birden gün yüzüne çıktı. Yoksul ve geçinmek için kaçak çalışarak birkaç öro kazanmak için ugraşanların günlük çalışmak şansı da kalmadı.

Evet yoksulluk arttı. Son haftalarda bir vesileyle gittiğim Chartres, Roubaix, Angers gibi taşra kentlerinde ve küçük kasabalarda süpermarketlerin neredeyse bomboş olduklarını gördüm. Dünyanın sonu sanki. İn-cin top oynuyor. Kasadaki genç bayanlara her seferinde sordum “Hep böyle mi?” diye. “Yok hep böyle değil. akşama doğru biraz hareketleniyor” diyen de oldu, boynu bükük “Bilemiyoruz” diyen de.

Süpermarketerde geçmişin dev kuyrukları artık yok. En büyük süpermarket  şirketi (adı A ile başıyor sonrasını yazmıyorum reklam olmasın) birçok mağazasını kapatmak ve 1500’den fazla emekçisini işten çıkarmak için yasal işlemlere başladı. Birkaçı ise mağaza sayısını azaltıyor.

Alınan tedbirlere rağmen işsizik ciddi boyutlar alabilir.

Kimi büyük şirketin koronayı bahane ederek işçi sayısını azaltmaya çalıştığı da söyleniyor.

Gıda, giyim kuşam, içecek işleri sarpa sarıyor. Hazır giyim şirketlerinden birkaçı da kapanma aşamasında.

Şehir merkezleri kimsesiz. 

Bu yoksulluk, geçinmek için, çoluk çocuğunu doyurmak, giydirmek, okutmak için ana-babaları, yardımsever derneklere muhtaç hale getirdi:

Kuyruklar Secours Populaire, Secours Catholique, La Banque Alimentaire, Restos du Couer gibi gıda ve giysi yardımı yapan derneklerin dağıtım noktaları önünde? Kadınlı, erkekli uzun, çok uzun kuyruklar...

Yoksullar yeterince beslenemiyor. Yedikleri içtikleri kötü, kalitesiz.

Bütün bunlar yeni hastalıklara yol açıyor. Yoksulluktan doktora gidemeyenler var Fransa’da...

Fransa’da ilaç sıkıntısı da yaşanıyor. En çok kullanılan ilaçlar, en çok arananlar oldu.

Neredeyse bütün Avupalı şirketlerin ilaçlarını, maliyeti daha düşük olduğu için Çin’de ve Hindistan’da ürettiği ilaçlarda kıtlık başlayabileceğinden söz ediliyor. Avrupa devletlerinin “İlaçlarımızı kendi ülkemizde üreteceğiz” vaatleri şimdilik sözde kaldı. Bu konuda devletlerüstü şirketler “bekle gör” havasında.

Zaman geçiyor söylenenler somutlaştırılmıyor. Tedirginlik artıyor.

Sonbaharın son haftaları ve kış ve ilkbahar sıcak geçmeye aday. Cumurbaşkanı bu belanın “2021 yazına kadar süreceğini” söyledi. Daha önce başka bir konuşmasında “2021 nisan veya mayıs ayından önce aşı buldum diyen mutlaka yalan atıyordur” demişti.

Durum ortada: Virüsle yaşamaya alışmalıyız: Yöneticilerimize güvenimiz sarsıldığı için kendi başımızın çaresine kendimiz bakmalıyız:

Maskemizi taşımalıız.

Elimizi sabunla yıkamalıyız.

Aramızda bir, bir buçuk, kimi ülkede iki metre mesafe bırakmalıyız.

Kapalı mekânlarda uzun boylu kalmamalıyız. Aile içi yemek, ziyaret, toplantılarda, aile üyeleriyle birlikte, beş veya altı kişiyi aşmamalıyız.

“Havalandırmaya” çıkmayı asla ihmal etmemeliyiz. Açık havada dolaşmalıyız. Birkaç saat güneşte, güneş yoksa açık havada dolaşmalı veya oturup bir kitap veya ekitap okumalıyız. Gazete ve dergileri unutmuyorum, ama kitap ve ekitapları da es geçmemeliyiz.

Evlerimizi günde bir, iki belki üç kez onar dakika havalandırmalıyız.

İyi beslenmeliyiz.

Yoksulları unutmamalıyız: Dayanışma, yardımlarla: İki dilim peynir ekmek. Para yerine, ekmek, peynir, bir sandviç veya bir kebap.

Yalnız yaşayan komşularımızın kapılarını tıklatmalıyız. Alışverişlerini yapmalıyız...

Gelecek günlerin daha iyi olacağına inancımızı kesintisiz tebessümle sürdürmeliyiz.

M. ŞEHMUS GÜZEL – PARİS

Kaynak: www.ayorum.com

HABERE YORUM KAT