Arthur Koestler’in başyapıtı 75 yıl sonra yeniden

Arthur Koestler’in başyapıtı 75 yıl sonra yeniden

Arthur Koestler'in özelliği birçok dilde rahatça hareket edebilmesi ve en az iki dilde iyi yazabilecek durumda olmasıydı. Ömrünün sol militanlık döneminde daha çok Almanca, sosyalizmden koptuktan sonra ise İngilizce yazmayı seçtiği anlaşılıyor.

Gerçekten de Arthur Koestler, kimi yakınlarının ve hatta biyograflarının deyişiyle, delilik, dahilik ve alçaklık arasında gidip gelen son derece oynak bir ruh haline sahipti. Ömrü boyunca birçok skandalın da kahramanı olmayı başarmıştı. Maceralı bir yaşam sürdü. İkinci Dünya Savaşı başlarken komünist saflardan antisovyetik-antikomünist saflara geçiş yapan, böylece “Sovyet sisteminin nefret ettiği yazarlar arasında adı ilk sıralarda anılan” Koestler, daha çok bilim gazeteciliği alanındaki yapıtlarıyla tanınır. 1905 doğumlu Koestler’in, Yahudilikle ilgili ilginç kitaplarından biri “Onüçüncü Kabile” adıyla Türkçeye çevrilmiş ve ilgiyle karşılanmıştı. “Gün Ortasında Karanlık” da İngilizceden Pınar Kür tarafından yapılan çevirisiyle Türkçede epeydir okur önüne çıkmış bulunuyor.

İngilizce yazmaya geçiş yapmadan önce Viyana renkli Almancasıyla ilk ürünlerini veren Budapeşte doğumlu Musevi yazar, birçok dile hâkim olmasıyla tanınıyordu. İsrail politikalarına angaje tutumuyla da ünlü Koestler’in, 1983 yılında parkinson ve kan kanseri gibi ağır hastalıkları nedeniyle eşi ile birlikte intihar ettiği ileri sürülmüş, ancak kendisinden çok küçük olan eşinin genç yaşı nedeniyle bu intihar üzerindeki kuşku bulutları bir türlü tamamen dağılmamıştı. Çeşitli kaynaklarda 1931 ile 1938 yılları arasında Almanya Komünist Partisi (KPD) üyesi olduğu belirtilen Koestler, İspanya İçsavaşı’na katılmış ve idamdan tesadüfen kurtulmuştu. Koestler, bu içsavaş sırasında yaşadıklarını daha sonra kitaplarında işlemişti. Son araştırmalar, “Gün Ortasında Karanlık”ın da İspanya deneyimine dayandığını, örneğin romandaki sorgu ve hücre ayrıntılarının SSCB’deki cezaevlerinin değil İspanya’daki zindanların bir izdüşümü olduğunu ortaya çıkardı.

Koestler’in bu yapıtının Moskova Duruşmaları’nın doğrudan bir sonucu olduğu ilk metindeki ithafla da kesinlik kazandı. Kitap “Darnkness at Noon” adıyla önce İngiltere’de basılmış ve özellikle Soğuk Savaş’la birlikte olağanüstü popüler olarak, milyonlarca satmıştı. Bu, Koestler’in şöhrete ve paraya kavuşmasını sağlamıştı. Sadece bu değil. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Sovyetler Birliği ve komünizmin büyük prestiji sürerken Fransa’daki anayasa halkoylamasında komünistlerin desteklediği anayasa taslağının az bir farkla onay görmemesini, bu ülkede bir anda milyonlarca satan Koestler’in “Sovyet rejiminin içyüzü konulu” kitabına bağlayan çok sayıda uzman bulunuyor. 

Koestler, yıllarca orijinal metnin kaybolmasından duyduğu büyük üzüntüyü dillendirirken, birçok eleştirmen Koestler’in İngilizceden Almancaya yeniden yaptığı çeviriyle bu dildeki kendiliğindenliğin yitirildiğine dikkat çekmişti. Ancak gerek Scammell gerekse  Matthias Weßel’in kitabın yeni baskısında yer alan açıklamaları, Koestler’in bu iddiasının pek de gerçeği yansıtmadığını gösteriyor. Özellikle Weßel, yaptığı karşılaştırmaları örnek vererek, Almanca metnin yaklaşık yarısının ilk metinle tıpatıp aynı olmasının, orijinal metnin önemli bir kesiminden kopyaların Koestler’in başından itibaren elinde bulunduğunu gösterdiğine dikkat çekiyor. Böyle bakınca, Koestler’in “Gün Ortasında Karanlık” romanıyla ilgili olarak on yıllarca dünya edebiyat kamuoyunu yanılttığı iddiası, abartılı gelmiyor. 

YAYINCI Dr. THOMAS PAGO: FARKLAR VAR 

Koestler’in kitabını Almanca olarak orijinal versiyonuyla yayımlayan ve kısa bir sürede tükenen ilk baskının ardından yeni baskı kararı alan yayıncı Dr. Thomas Pago, bu ilginç öyküyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

– Artık elimizde “Sonnenfinsternis” (Güneş Tutulması, ancak Türkçede “Gün Ortasında Karanlık”) başlığıyla iki ayrı Almanca metin veya roman var. Doğumundaki doğallık açısından kısmen farklı iki metin. Bu romanın 20’nci yüzyılda, Soğuk Savaş’ta, Doğu Bloku’na karşı en ünlü edebi silahlardan biri olduğu biliniyor. Siz anadili Almanca bir okur ve yazar olarak bu iki roman arasında ne gibi farklar saptadınız? İki Almanca metin ve iki birbirinden az ya da çok farklı atmosfer mi söz konusu?

Dr. THOMAS PAGO – Bu “kayıp orijinal”in keşfinin önemli bir sonucu, Koestler’in bu anlamlı romanının yeniden bir ilgi odağı olmasıydı. Her iki metnin farklarından tamamen bağımsız olarak, roman metninin maceralı tarihi ve orijinalin kaybolmasından 75 yıl sonraki böyle bir bulgu, dikkate değer bir roman üzerine epey ilgi uyandırdı. Söz konusu roman bir tür klasikti ve en azından Almanya’da 1990 sonrasında -yani Almanya’nın yeniden birleşmesinden ve Varşova Paktı’nın çözülmesinden sonra- unutulmaya bırakılmıştı.

Her iki metin karşılaştırıldığında, orijinalin kısmen daha sert olduğu saptanabilir; bu sertlik İngilizceden Almancaya çevrildiği halinde yoktur, çünkü yayına hazırlanırken gözden geçirilmiş ve cilalanmış olmalıdır. Elbette orijinal metin, iç göndermelerde veya aynı ismin farklı yazımlarında zaman zaman küçük hatalar içeriyor. Bu, çalışmaya uzun süren aralar verilmesinin bir sonucu olduğu kadar, o dönemde Koestler’in üzerindeki yüksek basıncın da bir göstergesidir. Ayrıca, özellikle dikkat çeken şey, burada, yazarın kaleme aldığı haliyle bir metnin okunuyor olmasıdır (daktiloyla yazılmış, yer yer el yazısıyla silinip düzeltilmiş bir metin): Yani, yayınevinde yayına hazırlanmamış ve değiştirilmemiş bir metin. O zaman, şaşırtıcı kalitesinin, daha sonra bu metin üzerinde çalışmış olanların hesabına yazılamayacağı görülüyor. Tersine, Koestler gerçekten büyük bir yazardı.

ORİJİNAL METİN ÇOK İYİ

– Peki, siz bir okur olarak, Koestler’in çok sonraları bizzat İngilizceden Almancaya çevirdiği ünlü romanı da orijinal metni de iyi tanıyorsunuz. Zaten yayıncı olarak da bu orijinal halini bizzat yayımladınız. Sorum, şu: Yeni metni, daha doğrusu Koestler’in bizzat kaleme aldığı ilk haliyle o metin, sizin yazara ve bu romana bakışınızı değiştirdi mi?

Dr. THOMAS PAGO – Yazara olan saygım arttı, çünkü, yukarıda da değindiğim gibi, yayına hazırlanmamış ham haliyle orijinal metin şaşırtacak kadar iyi. Yazarın romana çalışırkenki zor yaşam koşulları (Fransa sürgününde ekonomik açıdan çok yoksul durumu, para bulmak için ne iş olsa yapması; istenmeyen yabancı olarak enterne edilmesi, Almanların Fransa’ya girme  korkusu) düşünüldüğünde, bu saygı daha da büyüyor.

ÇOK DİLLİ VE KARİZMATİKTİ

– Koestler, kendi döneminde, siyasi olarak en etkili Avrupalı gazeteciler veya yazarlardandı.  Sizce neden bu kadar etkiliydi? Güçlü yanları nelerdi?

Dr. THOMAS PAGO – Zor bir soru: Gerçekten etkili biri olmak için birçok şeyin bir araya gelmesi şarttır. Savaştan sonraki dönemde “Gün Ortasındaki Karanlık”ın büyük başarısı kuşkusuz sonlarda yer almazdı, ancak Koestler’in, gazetecilikteki başlangıçlarında elbette başka şeyler bir araya geliyordu: Bir (galiba) karizmatik kişilik, büyük yetenek, cesaret: Koestler, bugün üniversite öğrencilerinin daha sınavlara girdiği yaştayken, Filistin’de Yakındoğu muhabiriydi, Paris’te de Ullstein muhabiri. Bu, o zamanlarda da eğer çok yetenekli ve kendisini kabul ettirecek güçte olmasaydı, böyle genç yaşta ulaşılır bir şey değildi.

Bir başka önemsiz sayılmayacak bakış, çok dilli olmasıydı: Çocukluğundaki diller Almanca, Macarca ve, sanıyorum, Çekçeydi (annesi Prag’dan bir Yahudi aileden geliyordu). Daha sonra buna Fransızca, İngilizce ve muhtemelen daha başka diller eklendi. Macaristan, Avusturya, Filistin, Fransa, Almanya, Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD’de yaşayıp çalıştı… Aslında Koestler, böylelikle, bu biçimde henüz ortaya çıkmamış bir Avrupa aydınıydı; bugün bazı çevrelerde milliyetçilik büyük harflerle yazılırken, Koestler dikkate değer bir karşı modeldir.

Ayrıca güçsüzlerden yana çıkıyordu: Avrupa Yahudilerinin imhasına karşı, Doğu’da (Sovyetler Birliği’nde) ve Batı’da (Nazi Almanyası’nda) totalitarizme  karşı çıkıyordu. Daha ileri yıllarda parapsikolojiye yöneldi. Bunu anlamakta biraz güçlük çekiyorum, bu onun etki olanaklarına gerçekten zarar verdi.

ALMAN SÜRGÜN EDEBİYATININ BİR ÜRÜNÜ

– Romanın, bu orijinal metinden Türkçeye çevrilmesini öneriyor musunuz?

Dr. THOMAS PAGO – Şu anda, benim bildiğim kadarıyla, en az üç dilde yeni çeviriler yapılıyor. Bunlar arasında İngilizceye yeni bir çevirinin hazırlıkları da var.

“Sonnenfinsternis”, Alman sürgün edebiyatının önemli bir yapıtı, ancak şimdiye kadar hiç böyle algılanmadı, çünkü tüm çeviriler Daphne Hardy’nin İngilizceye yaptığı çeviriye dayanıyordu. Daphne Hardy çok genç bir İngiliz kadın heykeltıraştı, 1939-40’ta Koestler’le yaşıyordu, ancak bir çevirmen olarak hiç deneyimi yoktu. Michael Scammell gibi İngiliz uzmanlar metnin birçok bölümünde anlamlı dil ve içerik eksikliklerine dikkat çektiler. Bu eksiklikler, muhtemelen birçok uluslararası çeviri üzerinde etkili oldu. Şimdiki orijinal metne dayalı bir Türkçe çeviri, kuşkusuz selamlanacak bir girişim olurdu. (FHF)

HALKWEB – FRANKFURT

HABERE YORUM KAT