AKP'nin 'Makbul Kürt'ü Muhsin Kızılkaya Türkiye'yi terk etti: Ne oldu "İslami demokrasinize?"
AKP 25. Dönem Mersin Milletvekili, Muhsin Kızılkaya, Türkiye'den ayrılma kararı aldı.
Medyaradar'ın ulaştığı bilgiye göre, Muhsin Kızılkaya'nın eşinin ailesi yıllardır İsveç'te yaşıyor. Muhsin Kızılkaya'nın eşiyle birlikte iki çocuğunu İsveç'te okutma kararı aldığı öğrenildi.
Aynı zamanda Habertürk yazarı olan Muhsin Kızılkaya, 2016 yılında Habertürk ekranlarında katıldığı "Türkiye'nin Nabzı" programında terör örgütü PKK ile mücadelede şehit olan askerlerle ilgili "Askerlerin görevi hayatını vermek, bunun için maaş alıyorlar, bana ekstra bir iyilik yapmıyorlar" sözleriyle ilgili uzun süre gündemde kalıp büyük tepki çekmişti.
Gazeteci Mustafa Kemal Erdemol ise Türkiye'yi terk eden Muhsin Kızılkaya'ya sert sözlerle yüklendi.
Sosyal medya hesabından Kızılkaya'nın Türkiye'yi terk etmesine ilişkin görüşlerini paylaşan Erdemol, "ne o? zor mu geldi akp türkiyesi'nde yaşamak? ne oldu islami demokrasinize yıllarca sola bok at, sıkışınca kaç... unutulmayacaklardansın" dedi ve yeni çıkacak olan kitabında Muhsin Kızılkaya ile ilgili bölümü takipçilerine aktardı.
Erdemol'un kitabındaki Muhsin Kızılkaya bölümü şu şekilde:
Eski “solcu”, yeni pişman, tam normalleşen
“Yeni Türkiye’nin” ilginç figürlerinden Muhsin Kızılkaya’ya sosyalistler olarak bir teşekkür borcumuz var. Çünkü Batı'nın “sınıfsal içeriği boşaltılmış” aydınlanmacılığını “tercümeler” yoluyla memleket topraklarına, sol içinde görünerek aktaran Murat Belge Ahmet İnsel gibilerin içinde yer aldıkları Birikim Okulu’nun (BO) aslında bir muhafazakâr üretim atölyesi olduğunu onun kadar açıkça kimse anlatamazdı.
Kızılkaya, düzenin kabul ettiği bir “makbul Kürt” olarak bir zamanlar içinde yer aldığı Sol’dan kopmasında bu okulun büyük etkisi olduğunu “İslami hareketlere, muhafazakârlara hoşgörüyle
yaklaşıp onların memleketi dönüştürebileceğine, vesayetçi rejimi kırabileceğine dair bir inanç gelişmişse bende, tek müsebbibi Birikim Dergisi; Laçiner, İnsel ve Belge’dir” cümleleriyle ifade ediyor.
Öncesinde yine kendi deyimiyle, - BO’nun özenti Türkçesiyle elbette- “rijit bir solcu, sosyalist bir Kürt’tü ama sosyalistlerin yöntemini de benimsemiyor”du. Zorlamayla biçim değiştirmeyen anlamına
gelen Rijit sözcüğüne ters düşer bir biçimde bugün gayet biçim değiştirmiş bir örnek olarak karşımızda duruyor Muhsin kardeş.
Solun yükselme döneminde, “atmosferin dışında kalmamayı” Rijit’lik olarak anlatması yanıltıcı olmasın. Bu bildiğin “yükselen değer” kuyrukçuluğudur tabii ki. Atmosfer uygun olsaydı BO’nun başından beri muhafazakâr/sağ fikirleriyle buluşabilirdi rahatlıkla, Rijitliği de(!) engel olmazdı buna. Bu “atmosferi” bir zamanlar milletvekili adayı olduğu AKP iktidarında bulmuştur. Faydacılığının teorik temellerini aramasına da gerek kalmamıştır, çünkü BO her an elinin altındaydı. “İslami hareketlerin memleketi dönüştürebileceği” inancı sadece BO liberallerinin pompaladığı bir anlayış. Ülkede devrimci,
dönüştürücü olanın aslında sağ olduğunu ileri süren İdris Küçükömer gericiliği de bu ülkede solculuk sanıldı malum. BO’nun beslendiğini iddia ettiği Batılı liberal anlayışta “dönüştürücü olmanın”
yolu, sivil toplum kurumlarına dönüş(e)memiş devlet dışı dinsel yapılara karşı olmaktan geçti hep. BO’nun liberalliği Batı liberalliği yanında (da) bir hayli “gerici”dir bu yüzden. “Türk liberali”nin
“yerel” kalmasının nedeni budur. Kızılkaya’nın buluştuğu gericilik
bu tür bir gericilik işte. Batı Liberalliği’nin sınıfsal mücadeleyi engelleyen her maddesini benimseyip, dine itirazını almamak “tercüme entelektüelliği”nin ülkedeki macerasının özeti. BO’nun dergisi Birikim’de, İslamcı Ali Bulaç eliyle, İslam’ın başka yapılardan hoşgörü beklediği güçsüz döneminde ortaya atılan Medine Vesikası’nın “başka düşüncelere hoşgörüyle yaklaştığı” yalanı çokça yer
aldı. Muhsin Kızılkaya, milletvekili olmaya soyunduğu AKP’de bu
yalanın “gerçek” olduğunu anlayacak “hidayete” ermiş görünüyor.
Kürt hareketindeki durgunluğun AKP sayesinde giderilebileceğine inanmış bir Kürt olarak, Kürtler açısından vesayetten kurtulmanın yolunun İslamcılıktan geçtiğini ona anlatacak bir başka
okul bulabilecek mi acaba Kızılkaya? Bizzat içinde yer almış Kürtlerin koptuğu AKP’nin vesayetten kurtardığı(!) Türkiye, başka hiçbir
düşünceye tahammülü olmayan tutucu/İslamcı vesayet ülkesidir
bugün. Kızılkaya, ne tesadüf, bu ortamda muhafazakâr/İslami hareketlerin dönüştürücü(!) olduğunu keşfetmiş. Liberalliğin gericileştirdiği onlarca figürden biri olarak Kızılkaya çarpıcı/sefil bir
örnektir.
Sol’dan(!) gelip, solun “ceberrutluğu” yüzünden “iyi insan”
olma şansını yitiren, şimdilerde bu şansı yakalamış görünenlerden
biri de Mahmut Övür’dür. “Dev-Sol’dan geldiğini, farklı sol fraksiyonların içinde yer aldığını söyleyen” Övür, 1978’den sonra kişisel
hayatını sorgulamaya başladığını vurguluyor. Bu “sorgulama”nın
bunca yıl sürmesi, nihayet 2015’de AKP’den milletvekili adayı olunca sona ermesi, düşünce faaliyeti açısından içinde bulunduğu sefilliği de gösteriyor elbette. İnsanın herhangi bir düşünceden bu kadar geride kalması tuhaf. Yoksa, sorgulamayı sona erdirecek ikbal
kapısını ararken “yanlış kapı”ya giderim korkusu mudur bu kadar
gecikmesinin nedeni?
Oysa solu kastederek ifade ettiği “mahalle baskısı”nı 90’lı yıllardan beri hissediyormuş. Ama buna rağmen “hizmet veren başörtülü olmasın” demeye de devam etmiş. İnandıklarını her ne pahasına
olursa olsun savunamamanın, tek başına karşı çıkma iradesinden
yoksun olmanın itirafıdır bu cümleler. İtiraz, eğer çoğunluğun itirazına dönüşürse, hele de iktidar olursa o zaman “sorgulamaları”
bitiyor bu türlerin.
Kızılkaya da Övür de bu itirafları için yıllarca neden beklediler
acaba? Moris Farhi’nin Yabanda Yolculuk adlı kitabında bir karakterden şöyle söz edilir: “Bugüne kadar hiç kıç yalamadı. Dürüstlüğünden değil, yanlış kıçı yalarım korkusundan”.
Bunlar “doğrusu” nu bulmuşlar demek ki
Kaynak: Halkweb