Erdoğan diktatör olsa bu yazıyı yazabilir miydim?

Erdoğan diktatör olsa bu yazıyı yazabilir miydim?

Sürekli “Ben diktatör olsam, bunu söyleyemezdin” diyen Erdoğan, dikensiz gül bahçesi değil, ancak dikenleri kontrol altında olan ‘kısmen özgür’ medyayı tercih ediyor. Çünkü aksi halde haberleşme yer altına iner ve tamamen kontrolünden çıkar.

OKTAN ERDİKMEN - Eğer medya üzerinde baskı varsa ve politik haberler verilmezse, halk bu haberleri alternatif kanallar üzerinden takip eder. Siyaset Bilimci Shadmehr bu durumu ‘olmayan haber, kötü haber olur' şeklinde açıklıyor. Yani hükümetler genelde denge noktasında bir sansür uygulamayı tercih eder. Böylece olmayan haber 'çok da fazla kötü olmayan haber' olur. Bu durumda ironik bir şekilde eğer devrim ihtimali güçlüyse, aktif medya hükümet için daha iyidir. Gezi hareketi esnasında, iktidar yalakası medyanın penguen belgeseli yayımlaması, insanların daha büyük bir istekle protestolara katılmasını teşvik etmişti.

Geçtiğimiz günlerde de Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı para transferi belgeleri, yandaş medya tarafından tümüyle görmezden gelindi. Ancak milyonlarca doların Cumhurbaşkanının akrabaları tarafından bir yerden bir yere gönderilmiş olması, hükümet destekçilerinin bile merak ettiği bir olaydı. Dolayısıyla insanlar, bu haberleri yine Halk Tv'den takip etti. Oysa yandaş medya bunları kontrollü bir şekilde yayımlasaydı, insanların merakını kısmen giderebilir ve belgelere çok daha az ilgi olmasını sağlayabilirdi.

Bazı durumlarda ise sansür olmasa bile, hükümet medya ile sıcak ilişkiler kurmak suretiyle haberlerin içeriğini kontrol edebilir. AKP iktidara geldikten sonra sıcak ilişkilerle yetinmedi. Kademeli olarak medya şirketlerinin sahiplerini değiştirme ve yeni medya organları yaratma suretiyle, kendisine yakın iş adamları (hatta kimi zaman doğrudan kendileri) tarafından kontrol edilen yayınlar oluşturdu. Freud’un kitle psikolojisi analizlerine paralel bir şekilde, aynı mesajı sürekli olarak veren ve bu mesajın doğru veya ahlaki olup olmadığıyla zerre kadar ilgilenmeyen yeni yayınlar türedi. Havuz medyası olarak tabir edilen bu yayın organları, kamu şirketlerinden büyük çapta ilanlar almak ve uçaklarda bedava dağıtılmak suretiyle maddi olarak desteklendi. Yandaş basının hükümetin tüm imkanlarıyla şişirilmesi, AKP’nin sürekli değişen politikalarına teorik temel oluşturmak amacında olan bir grup yarı entelektüel besleme yazarın ve akademisyenin de türemesine neden oldu.

Bu şekilde kendi medyasını oluşturan AKP hükümeti, az sayıdaki muhalif yayının ‘vatan haini’ ve ‘ajan’ olduğu iddiasıyla tartışmayı içerikten vatanseverlik noktasına çekti. Vatan tanımını da kendileri belirlediklerinden, AKP’liler harici herkesin ‘hain’ ilan edildiği bir siyasi ortama gelindi. Bu yeni çerçevede elbette ki Erdoğan’ın diktatör olduğunu söyleyen birtakım ‘vatan hainlerinin’ sözlerinin ‘vatansever’ halkımız üzerinde herhangi bir etki yapması beklenmemeliydi.

Kısmi özgür medya yönetişimi güçlendirir

İlk bakışta, otoriter rejimlerin araştırmacı gazeteciliği tümüyle yasaklaması akla daha yatkın gelse de, bu tip bir gazeteciliği kısmen serbest bırakmak, etkili yönetişimi güçlendiriyor. Lorentzen, bunun rejimin devamına katkıda bulunacağını söylüyor. Yani, özellikle yerel bazda araştırmacı gazeteciliğe bir ölçüde izin vermek rejimin genelini riske etmeden, otoriter rejimler için bile faydalı olur.

Elbette hiçbir diktatör özgür medyadan hoşlanmaz. Ancak birçok antidemokratik ülkede de kısmen özgür veya neredeyse özgür medya vardır. Baskıcı yönetimler özgür medyaya bir ölçüde izin vererek verimliliği arttırırlar.

Bu çerçevede, eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan bir diktatör olsaydı da ben bu yazıyı yazabilirdim. Çünkü hükümet eleştirisi tamamen yasaklanırsa, haberleşme yer altına iner ve tümüyle hükümetin denetiminden çıkar.

Öte yandan propaganda konusunda en bilinen teoriler Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerden gelmiştir. Buradaki teorisyenler, basın yönetimi konusunda teorinin pratiğe nasıl geçtiğini görme imkanı buldular. Bu açıdan Türkiye de, AKP iktidarı döneminde bir sansür laboratuvarına dönüştüğünden, önümüzdeki dönemlerde, sansürü yaşayarak izleyen Türk akademisyenlerden bu alanda uluslararası literatüre ciddi katkılar gelecektir. 

Tabii, üniversitelerdeki akademik özgürlük geri kazanıldıktan sonra...

Oktan Erdikmen'in diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

 

NOT: Bu yazıyı hazırlarken Childs'ın 'Propaganda ve Diktatörlük', Price'ın 'Medya Reformu', Shadmehr ve Bernhardt'ın 'Devlet Sansürü Teorisi' kitaplarından, Lasswell'in The American Political Science Review dergisinde yayımlanan 'Siyasi Propaganda Teorisi' yazısından ve Lorentzen'in 'Stratejik Sansür' isimli araştırmasından yararlandım. 

HABERE YORUM KAT