Demokrat olmak ve demokrat kalmak

Demokrat olmak ve demokrat kalmak

Türkiye koşullarında demokrat kalmak dünyanın en zor işi olsa gerek. Düşünün ulusalcı olacaksınız ama asla faşist olmayacaksınız. Seküler olacaksınız ama asla din düşmanı olmadan, sosyal halkçı olacaksınız ama proleter diktatörlük kıskacına düşmeyeceksin

OSMAN GÜN - Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü yaşayan Osmanlı aydınları, Atatürk’ün öncülüğünde kurdukları cumhuriyet yapılanmasında, yukarıdan aşağı bir örgütlenme modeli uyguladılar.

Mustafa Kemal’in Avrupa’nın yüz yılları bulan toplumsal gelişimini, çektikleri sıkıntıları, gerek Avrupa’da bulunduğu kısa dönemlerde anlayan ve çok okuyan biri olarak (3 binin üzerinde kitap okuduğu biliniyor) yakından bilen biri olduğunu göz önüne alırsak, Cumhuriyet tarihini belki daha iyi açıklayabiliriz.

Bağımsızlığa, hele hele dinsel özgürlüğe kavuşmak, Kurtuluş Savaşı’nın lokomotif gücünü oluşturmuştur. Mustafa Kemal bunu çok iyi görmüş ve stratejisini de ona göre belirlemiştir. Kendisine yakın düşünenlerin yanında, Cumhuriyetin ilk döneminde çok sayıda muhafazakar yönetici bulunuyordu. Halkın neredeyse tamamı okuma yazma dahi bilmiyordu. Koşullar çok zordu ve bu koşullarda Atatürk’ün çok daha ileride olan düşüncelerini uygulamak zordu. Bu çerçevede  tam olarak tabana inemeyen Atatürk devrimlerinin bugünkü Türkiye’deki sonuçlarını ve etkilerini görebiliyoruz. 

Avrupa ile aradaki büyük farkı gören Atatürk, bu durumu kısa sürede kapatmanın yollarını aramış ve hızlı bir değişimi uygulamayı seçmiştir. 

Bu kadar hızlı bir değişimi toplumun gönüllü kabul etmeyeceğini bildiğinden, zaman zaman kendi ideallerine ters düşen uygulamalarda da bulunduğu ifade ediliyor. Gücü ve aklı sayesinde, değişimi ve ilerlemeyi yaşadığı sürece kesintisiz sürdürmüştür. 

Atatürk’ü iyi tanıyanlar, onun çizgisinin bilime dayandığını ve araştırmacı özelliğini bilirler. Toplumun en bağnaz olduğu dönemde bile ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ derken, ‘köylü milletin efendisidir’ gerçeğini daha o günlerde görebiliyordu.

Toplumun demokrasiyi içselleştirmesi için TBMM’nin yanında kurulan halk evleri, köy enstitüleri adeta bir zorlayarak aydınlanmanın araçlarıydı.

Atatürk, yukarıdan bir örgütlenmenin (Cumhuriyet), tabanda (halkta) köklenmediği sürece, içerisinde sekteye uğrayacağını en iyi bilenlerden biriydi. 

Dünyada Hitler, Mussolini ve hatta Franco faşizminin yükseldiği bir dönem düşünün. Bunun karşısında da bir doğu bloğu devlet baskılı kapitalizmin tüm olumlu öğelerini alarak kurulan partinin, aslında adlandırılmasa da sosyal demokrat bir yapısı vardı.

Sosyal demokrat olmak, hele hele halkı henüz gelişimini tamamlayamamış bir ülkede çok zordur.

Düşünün ulusalcı olacaksınız ama asla faşist olmayacaksınız. Seküler olacaksınız ama asla din düşmanı olmadan; sosyal halkçı olacaksınız ama proleter diktatörlük kıskacına düşmeden.

Ekonomide KİT’lerle yarışan bir özel sektör kuracaksınız, hiçbirine özel bir ayrıcalık tanımadan. Bu devletteki hantallaşmayı önlerken, aynı zamanda özel sektörün sömürüsünü de önlemeyi amaçlayan bir durum olacak. 

Dünya ile ekonomik siyasal ilişkilere gireceksin, fakat emperyalizme diz çökmeden, eşit koşullarda. Uluslararası kültür arasında yerini alacaksın, kendi rengini kaybetmeden.

Bütün bunlara en kısa zamanda ulaşmanın ancak ve ancak eğitimle, düşünen vs. vs. özellikleri olan bir toplumla mümkün olacağı açıktır. 

Yoksa bugün Türkiye’de olduğu gibi demokrasinin olanaklarından yararlanarak, toplumu manipüle ederek geldiğimiz durum ortaya çıkar. 

Partileri birer takım olarak düşünün. Sonra bir takım, işine geldiği süre içerisinde kurallara uyarak oynar gibi görünecek, her fırsatta kuralları işine geldiği gibi uygulayacak, gizli kapaklı manipüle edecek ve tek hedefi ne olursa olsun kazanmak olacak.

Bunu görebilen seyirci susturulacak. Hakemler satın alınacak.

Böyle bir ortamda en zor şey nedir bilir misiniz?

Demokrat olmak ve demokrat kalmak. Hele hele Türkiye koşullarında demokrat kalmak dünyanın en zor işi olsa gerek.

Demokrasi, farklı düşünen insanların özgür ve eşit koşullarda tartışma ve bir ortak fayda yaratma ve bu faydaya uyma kültürüdür.

Haklı olmak, güçlü olmak anlamına gelmez. Aksine, genelde güçlüler o duruma haksızlık yaparak gelmişlerdir ve haksızdırlar. Haklılıklarını ancak baskıyla kabullendirme yolunu seçerler. 

Haksız olduklarını da ‘istikrar’ ve ‘tek seslilik’ gibi kavramlarla gizlemeye çalışırlar. 

HABERE YORUM KAT