Türkiye’nin siyasi sarkacı

Türkiye’nin siyasi sarkacı

Darbe girişimi iktidarın yönetim anlayışında bir dönüşüm noktası mı?

ARDA AKARTUNA - Fransa’da bir kayak hocasının “nerelisin?” sorusuna “Türk’üm” cevabını verdikten sonra sohbetin herkesin Türkiye hakkında en çok merak ettiği konuya ulaşması uzun sürmedi. Türk siyaseti ve Erdoğan.

Bizleri uzun uzun dinledikten sonra hoca sadece üç kelimelik bir cevap verdi.

‘Siyaset bir sarkaçtır’

Yani bir yönetim anlayışından diğerine doğru gelip gider.

2001’den beri AK Parti’liler, devletin ‘otoriter’ bir laiklik politikası izleyerek Erdoğan ve siyaset arkadaşlarına haksızlık edip mağdur duruma düşürdüğü iddiaları ile büyük sempati kazanmaya başarmıştı. Bu 2002 seçim zaferleriyle birlikte, devleti o zamanki tutumundan yavaşça uzaklaştıran ve bugünlere getiren 14 yıllık uzun bir sürecin başlangıcıydı.

Siyasi sarkaç, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına dayanan devlet politikasından uzaklaşarak AK Parti’nin ‘Muhafazakar Demokrasi’ olarak adlandırdığı, bazıların ise ‘otoriterlik, Osmanlıcılık, tek adam sistemi’ diye adlandırarak eleştirdiği yeni bir yönetim anlayışına doğru eğilmeye başladı. 2000 yıllarındaki devlet politikası nasıl AK Parti’liler tarafından ‘anti-demokratik’ iddialarıyla eleştirildiyse, 14 yıldır AK Parti’nin yönetim anlayışı gittikçe daha otoriter ve aşırı bir uygulamaya yönelmeye devam etti. Yani siyasi sarkaç, bir aşırı uçtan diğerine doğru hareket etmeye başlamıştı.

Yıl 2013’tü. AK Parti üçüncü seçimini rekor oyla kazanmış, karşısına çıkan Gezi direnişi ise amaçlarının büyük bir kısmına ulaşamayıp bitmek üzereydi. Cumhuriyetin temel değerlerinin ve insan haklarının tehdit altında olması hakkında kuşkular artıyordu. Siyasi sarkacın tekrar ‘laik demokratik hukuk devleti’ anlayışına doğru yön değiştirmesine 2013’de pek ihtimal vermiyorduk. Çünkü o sarkaç, henüz en uç noktasına ulaşmamıştı. O son noktaya ulaşmasına daha 3 yıl vardı.

2016 yılında yaşadığımız darbe girişimi ve girişim sonrası siyasi gelişmeler, AK Parti’nin Osmanlı sevdasını ve siyasi gücü merkezileştirme çabasını kapsayan, Cumhuriyet değerlerinin önemli bir bölümünü karşılarına alan ‘ılımlı İslam’ ve ‘Muhafazakar demokrasi’ anlayışından bir dönüş noktası olarak yorumlanabilir mi? 14 yıldır bu anlayışlara yönelen siyasi sarkacın en uç noktasına ulaştığı ve tekrar Atatürkçü bir anlayışa doğru eğilmeye başlayacağı söylenebilir mi? AK Parti genel merkezine Atatürk bayrağının asılması, CHP ile uzlaşmacı tavrı, başkanlık sisteminin birdenbire gündemden düşmesi, Ergenekon/Balyoz mağdurlarının tekrar göreve dönmeleri ve tarikatların siyasetteki etkilerine karşı FETÖ nedeniyle oluşan büyük tepki bunun göstergesi olabilir mi? Bunu belirlerken iki konu üzerindeki toplumsal algılarda meydana gelebilecek değişiklikleri analiz etmek gerekir.

Din ve siyaset: FETÖ toplumun algısını değiştirir mi?

Dinin siyasete alet edilmesi Türkiye’nin en büyük tartışma konularından biri olmaya devam ediyor. Zaten siyasi sarkaç, devletin ve toplumsal çoğunluğun laiklik ve demokrasi anlayışları birbirleriyle uyuşmamaya başladığı zamanlarda yön değiştirdi. Başörtülü vatandaşların Çankaya Köşkü’ne alınmadığı bir düzen toplumun desteğini nasıl kaybettiyse, FETÖ gibi dini örgütlerin devlet kadrolarına sızıp darbe girişiminde bulunması da mevcut düzene olan güveni tehdit ediyor.

Darbe gecesi sokağa çıkan bazı vatandaşların tavırları, Camilerden sela okunması ve 7 Ağustos ‘Demokrasi ve Şehitler’ mitingine katılan bazı şahısların pankartları ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu yuhalamalarından belli olduğu gibi, FETÖ’ye rağmen demokrasi ve İslam’ı bir tutan önemli bir kesim var. Oysa zamanında FETÖ, ‘ılımlı İslam’, ‘inançlar arası diyalog’, ‘İslamcı demokrasi’ anlayışlarının şampiyonu olarak gösteriliyor, Gülen’e ‘saygıdeğer Hocaefendi’miz’ diye hitap ediliyordu. O zamanlarda bu örgüte olan desteğin önemli bir kısmı dini yapısından kaynaklanıyordu. Peki bu örgütün gerçekleştirmeye çalıştığı darbe girişimi ve 2013’den beri AK Parti ile yaşadığı siyasi gerilim, toplumdaki dini örgütlerin siyasi etkileri hakkındaki algıları değiştirip, yıllardır hedefte olan laikliğe daha sıcak bakılmasını sağlayabilir mi?

Bazı siyasilerin tarikatlar ve cemaatlerin siyasi etkilerine son verilmesine yönelik çağrılarına rağmen, devletin tekrar laik bir anlayış ile yönetilmesi zaten laikliği destekleyen kesim haricindeki toplumdan büyük bir destek artışı görmedi. Bu durum, Hükümet ve medyanın son zamanlarda FETÖ’yü tanımlarken örgütün dini yapısını ve etkisini gündeme getirmemelerinden kaynaklanmış olabilir.

FETÖ’nün dini yapısı gündeme getirilmeyerek tartışma konusu olmaktan büyük bir ölçüde çıkarıldı. Bu nedenle ülkemizin bulunduğu mevcut durum analiz edildiğinde, dinin siyaset ve devlet yönetimine alet edilmesinin olumsuz etkileri üzerinde fazla durulmuyor. FETÖ’nün darbe girişimi gerçekleştirme gerekçesinin siyasal İslamcı kimliği ile alakalı olmadığını, devlet içerisindeki gücünün AK Parti hükümeti tarafından hedef alınması ve CIA’ye yakınlığından kaynaklandığı öne sürülmeye devam ediliyor. Böylece sorunun dinin devlet yönetimine alet edilmesi olmaktan çıkarılmış, toplumun laiklik hakkında algısını değiştirmeye bir gerekçe kalmamış oluyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi karnesi

Bir tivit vardır, sosyal medyada gündem olmuştur:

‘Babanız tüm uyarılara rağmen 14 yıl kapıyı PKK, FETÖ, IŞİD’e açık bıraksa, onlar girip kardeşinizi öldürse, bu babanızı kahraman mı yapar?’

Acı bir gerçektir ki Türkiye AK Parti’nin son yıllardaki birbirinden kanlı u-dönüşlerinin bedelini ödemeye devam ediyor. Hükümetin PKK, FETÖ, IŞİD, Esed, İsrail ve Rusya politikaları bunların birer örneğidir. FETÖ ile işbirliği yapılarak devlete sızmalarına izin verilmesi, veya PKK ile çözüm süreci başlatılarak teröristlere silahlarıyla beraber dağlardan şehirlere inmelerine fırsat verilmesi Türkiye’deki artan şehit ve yaralılar sayısının, siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın, adaletsizliğin ve artan mezhepçilik ve kutuplaşmanın ana sebepleridir.

Ülkemizin geldiği son durum, mevcut yönetim anlayışının önderi olarak tanınan ‘uzun adamın’ iktidar yıllarını en büyük AK Parti hayranlarının bile sorgulamasını şart kılmaktadır. Siyasi sarkacın gittikçe AK Parti lehine eğilmesi ile birlikte meydana gelen istikrarsızlık, darbe girişimi ve artan terör saldırıları gibi ciddi durumlar ‘Şu bizi kandırdı, o bizi aldattı’ gerekçeleriyle ‘oldu bittiye’ getirilirse, Türkiye’nin geleceği gittikçe kararacak, devlet ülkemizi bekleyen sorunlara karşı zor durumda kalmaya devam edecek. AK Parti’nin 14 yıllık siyasi karnesi eleştiri ve analize açıldığında, toplumun mevcut anlayışa karşı güven kaybetmesi ve başka yönetim biçimlerine daha olumlu bakma olasılığının artacağı bir gerçek. Ancak muhalefetin etkisizliği ve yandaş medyanın gücü bu olasılığı da zor duruma düşürüyor.

Türk siyasetinin arkasındaki temel karar dayanakları: toplumsal algı ve stratejik açıdan çaresizliğin etkileri

Laik demokratik bir devlet anlayışının ufukta olup olmadığını anlamak için, Türk siyasetinde alınan kararlar arkasındaki temel dayanakları iyi analiz etmek gerekir. Siyasi iktidarlar toplumun çağrıları doğrultusunda mi yoksa toplumun algılarına ters düşse bile mevcut durumun gerekli kıldığı kararları vererek mi hareket eder? Kısacası toplumun algıları siyasi sarkacın yönünü belirlemekte ne kadar etkisi vardır? Hükümetler ne ölçüde halkçı, ne ölçüde teknokratlardır?

Toplumun Laiklik ve Tayyip Erdoğan hakkındaki algısının değişmesine yüksek bir ihtimal olmasa da, Türk siyasetinde bir gerçektir ki toplumun nabzı Hükümet’i değil, Hükümet toplumun nabzını belirliyor. Örneğin bir gün ‘saygıdeğer hocaefendi’ olan Feto’nun öbür gün ‘hain terörist’ olarak ilan edilmesi şaşkınlık veya tartışma çıkmadan hızlıca toplum tarafından kabul edilmiş durumda. Hükümetin u-dönüşlerini ve tavır değişikliklerini toplum, üzerlerinden fazla zaman geçmeden büyük ölçüde takip ediyor. Dolaysıyla bir gün Osmanlı hayalleri ile oy isteyen iktidar partisinin yarın Atatürkçü bir tavır sergilemesine toplum kabullenmesi uzun sürmeyecek, AK Parti de bu nedenle de tavır değişikliği göstermekten çok çekinmeyecektir.

Darbe girişimi sonrası Atatürk ilke ve inkılaplarını benimseyen bir devlet yönetim anlayışına olan toplumsal destekte yüksek bir oranda artış görünmese de, 14 yıl sonra siyasi sarkacın sonunda Hükümet’in mevcut yönetim anlayışından uzaklaşıp tekrar laik demokratik hukuk değerlerine doğru yön değiştirmesi için başka bir sebebi olabilir.

Mecburiyet.

Yani mevcut yönetim biçimin sürdürülemez bir hale gelmesi ve iktidardakilerin stratejik açıdan başka bir çareleri kalmaması, siyasi sarkacı yön değiştirmeye zorlayabilir.

Kendi siyaset arkadaşlarına bile güvenemez hale gelen AK Parti Hükümeti’nin bu yönetim anlayışı, vatanın üç ayrı terör örgütü tarafından tehdit altına alınması, can güvensizliğin ve istikrarsızlığın ise ciddi oranda artmasının önemli bir kaynağı olmuştur. 7 Haziran’da ‘Yeni Türkiye’ diyenler bile o 2000 yılların Türkiye’sini özler olmuş, AK Parti ise 14 yıldır izlediği politikaları nedeniyle güç kazanmış PKK, IŞİD ve FETÖ ile aynı anda mücadele etmenin oldukça zor olacağını ve bu gidişatı daha fazla sürdüremeyeceğinin farkına varmış durumda.

İşte bu nedenlerden dolayı 14 yıldır bu noktaya eğilen siyasi sarkaç, darbe girişimi sonrası ucuna ulaşmış, diğer uca doğru yol almaya başladığına dair sinyaller oraya çıkıyor.

Yıllardır FETÖ konusundaki uyarılarıyla haklı çıkmış olan CHP ise, bu sarkacın tekrar laik demokratik bir devlet politikasına doğru yönelmesini sağlamak açısından önemli görevler düşüyor.

HABERE YORUM KAT