“Türkiye dışında yaşayan insanın Türkiye’ye bakışı Türkiye için çok gerekli bir bakış”

“Türkiye dışında yaşayan insanın Türkiye’ye bakışı Türkiye için çok gerekli bir bakış”

Neyin dünyaca ünlü virtüözü Kudsi Erguner'e göre Batılı'nın Mozart, dindarın tasavvuf müziği dinlemek gibi bir “gereklilik tuzağına düşmesi” o müziğin de aşağı çekilmesine yol açar.

Çalışmalarını on yıllardır Paris merkezli olarak sürdüren, tasavvuf müziğinde uluslararası bir otorite kabul edilen Kudsi Erguner, müziğe, kültüre ve günümüz insanına bakışını anlattı. 

- Tasavvuf müziğiyle nasıl tanıştınız?

KUDSİ ERGUNER - Şimdi bizim çocukluk yıllarımızda ney veya neyin etrafındaki klasik Osmanlı müziği, tasavvuf müziği bunlar revaçta olmayan yani toplumun biraz dışına atılmış şeylerdi. O şartlar altında benim yaşımdaki bir gencin bu müzikle alakası ancak aile ilişkisiyle içinde oluyordu. O ilişkinin de temelinde birincisi: Dedem hayattayken, o zaman böyle konser salonları yok, musiki üstadları evlerinde kabul ediyorlar, toplantılar yapıyorlar. Müzik toplantıları oluyor. Dedemin salı günleri Yavuz Selim’deki konağında, her salı o devrin büyük musikişinaslarının toplandığı böyle bir meclisi var, her salı. Salı toplantıları. Dedem öldükten sonra bu bir müddet de bizim evde devam etti. Biz tabii çocuk olmamıza rağmen o devrin büyük müzisyenleri, Hafız Esat Geredeli, Alaattin Yavaşça’lar, Niyazi Sayın’lar hep o toplantılara gelen insanlardı. Biz onların arasında büyüdük; hep bu müziği duyarak büyüdük.

- Bu müzik son yıllarda nasıl biçimlendi?

KUDSİ ERGUNER - Özal döneminden sonra müthiş bir yozlaşmaya açıldı Türkiye. Saçma sapan insanlar sahip çıkmaya başladılar konulara. Veya o konuyla kendilerini şöhret yaptılar; halbuki hiçbir zaman o konunun içinde de olmadılar. Yani mesela bugün tasavvuf müziği yapıyorum diyen bir sürü insan var. Ne tasavvuftan haberleri var ne o musikiden haberleri var, ama işte çok yüzeysel bir şekilde bu konuda kendilerine isim yapmış durumdalar. Bu tabii ki toplumun bugünkü halinin aynası. Keşke o katı devirler yaşanmasaydı belki bugün daha ileri gidebilirdi.

 Tasavvuf müziğini neden belli kesimler dinliyor, öne çıkarıyor?

KUDSİ ERGUNER - Dindar olmak muhakkak tasavvuf müziğinden zevk almak manasına gelmiyor. Bunun tersi de olabilirr. Veya dindar olmamak da böyle bir müziğin dinlenmemesini gerektirmiyor. Batı müziğinden örnek alalım: Bach’ın oratoryoları bugün dinleniyor. Bir sanat eseri olarak dinleniyor. İlla koyu Katolik insanlar tarafından mı dinleniyor? Hayır! 

Türkiye’nin iki kültürü var. Bu ikilem esasında birbirlerini zenginleştirmiş. Yani kopukluk değil, ama iki ayrı konum. Bir yandan bir halk musukisi dediğimiz halk kültürü var. Bu kültür çok gelişmiş bir kültür. Bunun içerisinde tasavvuf müziğini ilgilendiren konular da var, ama yine halk müziği. Bir de bunun yanında Osmanlı döneminin, edebiyattan anlayan, tarih bilen, okumuş daha elit bir insan tabakasının müzik kültürü var: Ama burada elit derken zenginlikten bahsetmiyorum, yani zengin olmak elitlikle aynı şey değil, bir ruh zerafeti olan insanların ilgilendiği bir müzik kültürü bu.

Çünkü bu müzikten anlayabilmek için Farsçadan anlamak lâzım, Arapça bilmek lâzım, İslam tarihini bilmek lazım, Osmanlı tarihini bilmek lâzım, tasavvuf edebiyatını bilmek lâzım. Bunlar birbirine bağlı bir sürü konu. Şimdi bugünün dindar insanlarının kültürel seviyesi bu müzikten zevk alacak kadar ileri değil.

BU MÜZİĞE ULAŞABİLECEK ZEVK DÜZEYİ

Dindar olmayan laik kesimin, seküler kesimin ise ilgi noktası bu değil. Şimdi tabii olarak bunu sahiplenmeye kalkan kesim Türkiye’nin muhafazakâr veya dindar diyebileceğimiz kesimi. Fakat onların zevki katiyen bu müziğe ulaşabilecek yükseklikte değil. Şimdi bu açığı nasıl kapatacağız? Benim düşünceme göre Türkiye’nin aydınının kendi dedelerinin elit kültürüne birazcık daha yakınlaşmasıyla mümkün olabilir. Bu aynı zamanda kültürel dünyası çok fakirleşmiş olan diğer kesimin de zenginleşmesine sebep olacaktır. Veya o kesimle aydınlar arasında bir köprü kuracaktır. Fakat biz bunu burada göremiyoruz. Çünkü insanlar her şeyi bir kesimin malı olarak görmek zorunda. Tasavvuf müziği dediğimiz vakit, o belli bir kesimin müziği olmalı; başka bir şey dediğimiz vakit o başka bir kesimin müziği olmalı. Bu yanlış. Bu hepimizin mirası hepimizin konusu olmalı. Zevk alırsın almazsın, başka şeylerden de zevk alırsın, bundan da zevk alırsın; yani biri diğerine mani değil. Müzik seven bir insanın Mozart dinlerken zevk aldığı gibi, başka şeyler dinlerken de zevk alabilmesi lâzım. Ama bu sadece bir kültür dünyasına aidiyeti ispat etmek için olan bir ilgi ise o zaman yanlış. Ben Batılıyım o zaman Mozart dinlemem lâzım! Ben dindarım o zaman tasavvuf müziği dinlemem lazım dediğiniz vakit, o gereklilik sizin o müziği de aşağıya çekmenize sebep oluyor; çünkü bu sizin konunuz değil zaten.

untitled-2-001.jpg

- Siz Avrupa’ya neden çıktınız, bu bizde Osmanlıdan beri hâkim olan Batı’yı öğrenme, anlama arzusu, kompleksi miydi?

KUDSİ ERGUNER - Ben şuna inanıyorum: İnsanların maksatları ne olursa olsun sonuçta olan şeyler birazcık da ilâhi maksada uyuyor. Yani tabii siz “Ben şu maksatla şunu yaptım” deseniz de onda başka sonuçlar ortaya çıktığı için. 

Benim Avrupa’da yerleşmeme sebep, yani kendi kendime açıkladığım sebep esasında büyük bir tesadüf. Çünkü ben İsveç’te büyük bir turnedeydim, turne dönüşü dediler ki ya Roma’da ya Paris’te kalıp uçak değiştireceksin. Ben o uçak değiştirirken arada bir Paris’i göreyim dedim ve kaldım. O 1970 yılından beri devam eden bir şey. Daha hâlâ uçak bekliyoruz.

BİR YIKIMIN İÇİNDE 

- Avrupa’ya çıkmak size ne kattı?

KUDSİ ERGUNER - Şimdi bakın, Türkiye dışında yaşayan kültür insanlarının esasında şöyle bir zenginliği var, bu sadece Avrupa’yı anlamakla bağlantılı değil. Çünkü Türkiye, özellikle büyük şehirlerimiz devamlı bir erozyon içerisinde, bir yıkım içerisinde. Biz o yıkımın içinde yaşamadığımız için hayal gücümüz dünyamızda yaşattığımız ülkemiz bugün reel olan ülkemizden çok farklı, çok daha zengin.

- İdealleştirilmiş?

KUDSİ ERGUNER - Evet! Dolayısıyla, bence Türkiye dışında yaşayan insanın, Türkiye’ye bakışı Türkiye için çok gerekli bir bakış! O bakıştan Türkiye’nin istifade etmesi lâzım. Çünkü biz, insanların tabi olduğu o çöküntüye tabi olmadık. Olmadığımız için kafamızda yarattığımız değerler çok yüksek, Türk toplumundan çok daha yüksek.

- Peki neden Paris?

KUDSİ ERGUNER - Şimdi ben şöyle söyleyeyim: Bazı şehirler var ki, insanı yok ediyor, bazı şehirler var ki, insanı zenginleştiriyor. Bu, bir ortam meselesi. Tarih boyunca baktığınız vakit, İstanbul bir zamanlar böyle yüksek bir şehir olmuş. Oraya gelen insan İstanbullu olmuş; o kültürün içersinde yücelmiş. Sonra çöküntü devri başliyor. Diğer kültür merkezlerine baktığımızda Paris de bunlardan birisi. Paris’in dışında önemli merkezler yok mu? New York da var. Ama New York’un teklif ettiği kültür dünyası bana uymuyor. Paris’in önerdiği kültür dünyası ve orada yaşayan insanların bugün ortaya çıkan kitle kültürü dediğimiz çok komerselize olmuş kültür akımına ters gitmeye çalışan insanların yaşadığı böyle bir şehir: O, bana güzel bir enerji veriyor.

- Bunun için mi Paris?

KUDSİ ERGUNER - Ama o da gidecek. O da yavaş yavaş erozyona uğramaya başladı. Mimarlık tahsili gördüm ben Paris’te, bir de müzikoloji okudum. Talebelik yıllarımda Paris’te olmak benim entelektüel iştahımı müthiş açtı. Çünkü Paris öyle bir şehirdi ki, insan kahvede yanında oturanla Sartre’nin kitaplarını konuşabiliyordu, felsefe konuşabiliyordu. Veya çok daha yüksek konularla ilgilenebiliyordu. Bugün bitti, o da bitti. Fransızlar da oturup araba markası konuşuyorlar bugün. Aynı erozyon orada da yaşanıyor.

- Mimarlık nereden çıktı, ilgi mi vardı?

KUDSİ ERGUNER - İlgim vardı. Paris’te yaşıyorken bir de üniversite tahsili yapmış oldum.

- Türkiye’de müziğin gelişimini nasıl görüyorsunuz?

KUDSİ ERGUNER - Şimdi müziğin fonksiyonları var. Bir eğlence ortamında insanları eğlendirecek müzik de var; bir dini ortam içerisinde manevi zevklerini artıracak müzik de var. Düşündüren müzik de var, düşündürmeyen müzik de var. Her türlü müzik var. Türkiye’nin şu anda yaşadığı erozyonun bir parçası da müziğe sadece eğlence fonksiyonunu vermesidir. Halbuki tarihimize baktığımız vakit, tasavvuf müziği denilen şey dini heyecanların, manevi heyecanların, başka türlü hazların, neşelerin yaşandığı bir ortam. Şimdi ise bakıyorsunuz tasavvuf müziği de o eğlence ortamının içinde. Yani Türkiye’nin müzik dünyası sadece ona endeksli olduğu icin her şeyi ona atıveriyor. Hatta diskotek müziğinin içine bile giriyor tasavvuf müziği tabii.

- Tasavvuf müziği sizce nedir?

KUDSİ ERGUNER - Tasavvuf müziğinin tanımını yapmak aslında gayet basit. İki şey, bir müziği tasavvuf müziği olarak adlandırmaya sebep olabilir. Birincisi: Eski tasavvuf insanlarının bizim mutasavvıf dediğimiz veya Avrupa’da Sufi dedikleri insanların şiirlerini içeren, onların dinledikleri müzikleri içeren bir repertuvar var. Bu repertuvar işte, Mevlevi ayinleri, tevşihler, ilâhiler, miraciyeler bunların hepsi tasavvuf müziği. Bir de bunun dışında yaşayan bir mutasavvıfın etrafında oluşturduğu, oluşturabileceği yeni zevkler de olabilir. Ama o, cemaatin zevkleri. Yani tasavvuf müziğinin olabilmesi için Sufilerin, bir tasavvuf insanının zevkinden, kulağından geçmiş olması lazım. Anlatabiliyor muyum?

Şimdi bugünün ölçülerine göre içinde ney varsa, bir hafız okuyorsa, ortamı ne olursa olsun ona biz tasavvuf müziği diyoruz. Ney’le oyun havası da çalınır, biliyoruz ki, eski taş plaklarda hafızlarımız şarkı da okumuşlar, değil mi? Aşk gazelleri de okumuşlar, başka şeyler de okumuşlar. Bu enstrümanların, yani bir yerde ney çalınması o müziği tasavvuf müziği yapmaz.

ORHAN ÇALIŞIR – BREMEN

FOTO: screenshot / youtube.com

HABERE YORUM KAT