Onuncu köyün ebesi

Onuncu köyün ebesi

Benim kurduğum turşu, ördüğüm örgü, biriktirebildiğim altın, pazardaki balığın fiyatıdır zaten siyaset. Sen pek bilmiyorsun ama arada bir de şu bizim onuncu köyü bir ziyaret et. Biz her zaman bu semtteyiz.

AYNUR GÜNEŞ - Gençten bir delikanlı özelden mesaj atmış, şöyle diyor;

“Sen ne ayaksın teyze! Elinin hamuruyla karışma bu işlere. Sen örgünü örüp, turşunu kurmaya bak. Babaannelerle toplanıp altın günü, torun resmi filan paylaşın.Sana mı kalmış siyaset! Ununu eleyip, eleğini duvara asmışsın, şurada kaç günlük ömrün kaldıysa huzur içinde yaşamaya bak. Sahi sen ne ayaksın yaa!”

Bütün bu alaycı, kırıcı imalar bir yana, hatta siz de hissetmişsinizdir, biraz tehditkar gelse de sonu, ben esas o ''ayak'' kısmına çok fena takıldım.

Bütün ayak işlerini yapsam da sadece ayağı mıyım ben bu ülkenin? Değilim elbet.

Gözüyüm;

Her gün istemesem de gözüme gözüme sokulan bir yığın kötülük görüyorum.

Kulağıyım;

Eğitimli sandığınız insanlardan akla ziyan, kat’i ferman bir sürü açıklamalar duyuyorum.
Kalbiyim;

Çocuklarım ve gelecek için endişeye, zaman zaman ümitsizliğe kapılıyorum, nabzım deli gibi atıyor.

Burnuyum;

Burada, en aşağılarda çürümüşlüğün kokusu her tarafı sarmışken, üst katlara nedense hiç ulaşmıyor. 

Yakası açılmadık küfürler her yerde fütursuzca sarf edilirken ve bunca ahlaki yozlaşma yaşanıyorken, güneşten sakınılan kıçıyım.

Ağaran saçı, dökülen dişi, sökülen tırnağıyım.

Bedeninde biriken karbonhidrat, kanındaki eksik vitaminim.
Beslenmesi yetersiz bebeğin memesiyim.

Orta sona giden bir kızın heves edip giydiği kısa etekten görünen, kimden cesaret aldığı belli olmayan hocasının hiç utanmadan ellediği baldırıyım.

Neredeyse her üç kişiden ikisinin antidepresanlarla sağaltmaya çalıştığı huzursuz ruhuyum.

Anneleri tarafından satılan, babalarının tecavüzüne uğrayıp gebe kalan kızların vajinasıyım hatta.

İşine bak diyorsun ya bana, işim bu benim!

Ben bu toplumun beyninden rahmine kadar ta kendisiyim.

Ellerimle açtığım hamurlarla beslenenler, meydanları, makamları doldurup bana hamur açacak kadar bile un bırakmadıkları için bu sıkıntım. Elli yıldır yediğim zeytin yağının kaynağı tükenmeye durunca ben de tükendim. Çayıma Radyasyon, şekerime hile karışınca tadım kaçtı haliyle.

Günlerce gecelerce uğraşıp, sevgiyle doğurttuğum bebeklerim delikanlı oldu diye övünürken,bir hiç uğruna sokaklarda patır patır ölüverince, benim de bir yanım öldü, biliyor musun?

Umutla beklediğim o güzel günler bir türlü gelmediği gibi, daha da eski günlere özlem duymaya başladığımda esas oldu olanlar.

İşte unumu eleyemediğimden oluyor hep bunlar. Eleğimi bir türlü duvarıma asamıyorum. İçimde hep bir telaş, bir kaygı taşıyorum. 

Demek istiyorsun ki bana ''sen dışkıyı yıkamana bak, ortalığı batıranı takip etme.''

Yok öyle. Üstelik kaç çocuk yapıp, kaç kilo dışkı yıkayacağıma da onlar karar vermek istiyor.O işler öyle olmuyor.

Bana mı kalmış siyaset hee?

Bak bak, laflara bak hele!

Evladım benim kurduğum turşu, ördüğüm örgü, o günlerde biriktirebildiğim altın, pazardaki balığın fiyatıdır zaten siyaset. 

Sen pek bilmiyorsun ama arada bir de şu bizim onuncu köyü bir ziyaret et.

Biz her zaman bu semtteyiz.

Seni de bekleriz.

İstersen  selfie bile çekeriz.

İmza:  Onuncu Köyün Ebesi

HABERE YORUM KAT