Milli mesele söylemi ve referandum süreci 

Milli mesele söylemi ve referandum süreci 

16 Nisan referandumunun Türkiye devlet yapısı için çok mühim bir plebisit olduğu malûm.

ERSİN YILDIZ - 16 Nisan referandumunun Türkiye devlet yapısı için çok mühim bir plebisit olduğu malûm. Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi ve toplumsal düzenini belirleyecek olan kritik bir dönemeç olacağı kuşkusuz. Eğer tasarlanan başkanlık sistemi gerçekleşirse, Türkiye bu yeni kurumsal çerçeve içerisinde AKP’nin kontrolüne daha da çok geçmiş olacak. Bu nedenden dolayı AKP bütün gücüyle referanduma odaklandı ve kampanyasını tam kararlılıkla yürütüyor. Hem son yılların seçim aritmetiği ve bugünün ‚Evet‘ tarafı kıyaslandığı hem de Türkiye siyasi kültürü geleneği göz önünde bulundurulduğu zaman, halk tarafından başkanlık sistemi altındaki rejim değiştirme projesine ‚Hayır‘ demenin makul bir seçenek olacağını tahmin etmek yerinde bir tespit olacaktır. Buna  karşın AKP kararlılığını korudu. Bunun önemli nedeni, muhalefetin toplumda rejim değişikliğine karşı ciddi oranda mevcut olan şüpheyi AKP’ye karşı dalga haline çevirememiş olmasıdır. Muhalefet, AKP’nin karşısında kararlılık geliştiremediği için, AKP referandumdan hala umutlu, toplumda mevcut olan ‚Hayırcı‘ eğilime nazaran. Bunun nedeni, AKP’nin milliyetçilik meselesini muhalefeti etkisizleştirmede en etikili malzeme olarak kullanabilmesidir. 

Muhalefete bir bütün olarak bakıldığında, onun halk içinde rejim değişikliğine karşıtlığın çoğunlukta olmasından yararlanamamakta ve AKP’yi güçsüzleştirememekte görülmekte. Anketler uzun zaman ‚Hayır‘’ın önde bulunduğunu gösterdi, ama AKP yinede avantajlı durumunu koruyabildi. Böyle bir gidişatın sebebi aslında bugünün Türkiyesinin ideolojik-siyasi denkleminden kaynaklanıyor. Bunun üzerine durmak faydalı olacaktır. Bu ideolojik yapı, AKP siyasetinin lehine işlemekte. Bu nedenle, bugünün Türkiye siyasetini belirleyen ideolojik bağlantıları göz önünde bulundurmak, referandum sürecindeki problemi ve onun ötesinde iktidar-muhalefet ilişkisini anlamakta faydalı olacaktır. Bu yüzden Referandumu aynı zamanda Türkiye siyasi kültürünün yapısal durumu açısından adeta bir ‚paradigmatik‘ boyutu olan bir vaka olarak görmek gerekir.  

AKP’nin sosyal kimlik ile siyasi kimliği özdeşleştirme temelli siyaseti büyük oranda ideolojik manipülasyondan oluşmakta; ancak manipülasyon yöntemiyle kitleleri mobilize edebilmekte. Bu dinamizm temelinde büyük oranda dost düşman retoriği yatmaktadır. AKP’nin ideolojik besin kaynağı, kurguladığı ‚kötü‘ güçlere karşı mücadele etme iddiası ve bu temelde daimi bir ‚mağduriyet‘ söylemini sahneleyebilmesi. Bu politikanın yüksek oy başarısında önemli payı var. AKP bu bazda bir sosyal kimlik oluşturabilmekte ve siyasetini büyük oranda bu yöntem üzerine kurgulamakta. Politik stratejisi bu doğrultuda gelişiyor: Almanya düşmanlığı, zorla geliştirilen topyekün Avrupa düşmanlık retoriği ve karşıtlığı bu yönde yapılmakta ve kitleler böyle bir karşıtlığa odaklandırılmakta (yalnız aynı anda Avrupa ile olan iktisadi ve teknoloji bağlamındaki ilişkileri devam etmekte ve elbette AKP zümresinin de maddi çıkarları doğrultusunda aksatılmamaya özen gösterilmekte). Kamuoyundan bahsetmeye gerek yok, o zaten iktidarın direkt kontrolü altında. Bu dinamik AKP tarafından sahnelenen Hollanda krizinde çok net görünür hale geldi: AKP, kitleleri ve kamuoyununu kriz yaratma siyasetiyle mobilize edebilmekte. Bu ana yöntem, AKP için referandum sürecinde her zamandan daha çok mühim bir malzeme haline geldi. Ayrıca unutulmamalıdır ki, yıllardan beri sürdürülen bu tür siyaset toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmekte. Böyle bir yoğun toplumsal kutuplaşma göz önünde bulundurulursa, AKP Türkiyesinde milli mesele söylemi ve retoriği aslında geçmişten daha çok belirsiz süreçleri teşkil ettiği ortaya çıkmaktadır. 

Milli mesele söylemi Türkiye geleneğinde iç ve dış siyaset meselelerinin ve sorunlarının kesiştiği alan ile bağlantılı. Ancak, toplumdaki çelişkileri ve siyasi ayrışmaları örtbas etme aracı olarak ideolojik işlev gördü uzun zaman. AKP iktidarının son yıllarda yürüttüğü siyasetinde daha çok belirgin oldu. Genel anlamda, ülkenin uluslararası alanda savunulması gereken gerekçelerinin olduğunu içerir. Bir anlamda ‚devletin hikmeti‘ ile ilişkilidir. Devlet yanlısı bir siyasi etik kaidesini veya ilkesini teşkil eder ‚milli mesele‘. Basit anlamıyla, dışarıda cereyan eden bir sorun durumunda, içerideki ayrılıklar bir kenara bırakılıp, iktidar ile dayanışma içinde olunacağını öngörür bu doğrultuda alınan tutum. Ancak, bunun bugünkü koşullarda neler olduğu sormak yersiz olmayacaktır. 

Şunu belirtmekte fayda var: Milli mesele söyleminin son yıllardaki maceralı serüveni ülkenin içinde bulunduğu inişli çıkışlı ve ideolojik açıdan baş döndürücü siyasi sürece ışık tutmakta. Islamcı politikalara karşı gelişen Gezi Parki Protestolarında AKP karşıtı blokun önemli bir kısmı milliyetçi modernist taraflardan oluşmaktaydı ve bu çevreler, AKP’ye karşı geliştirdikleri eleştirilerini ‚Milli Mesele‘ adına yapmaktaydılar. O zaman iktidar HDP hareketinden destek almaktaydı. Bugünkü durumda bunun tersi görülmekte. AKP kendisine ‚Milli Mesele‘ adına eleştiri yöneten, yani kendisini ‚milli‘ olmamakla suçlayan milliyetçi çevreleri büyük oranda kendi tarafına çekmeyi başarabildi ve böylece ‚Milli Mesele‘ algısını eline geçirebildi. Burada küçük çaplı eleştiriler halen devam etmiş olsada, bu durumun genel yapısını değiştirmemektedir. Bu ani dönüşümler ve gelişmeler aslında AKP’nin devletleşme sürecinde taşların ne kadar yerinden oynadığının göstergesidir. (Hava durumunda Adana ilini bile kapsayan bir Kürdistan haritasını kullanan Barzani medya teşkilatının ‚Evet‘ kampanyasına şekilde bir şekilde destek vermesi (http://t24.com.tr/yazarlar/baskin-oran/referandumda-mazosizm-vaziyetleri,17016), AKP ve Türk milliyetçi partisinin yeni rejim kurma İttifakının nasıl bir trajikomik tarihsel vaka olduğunun bir göstergesi olsa gerek.

AKP iktidarının yarattığı kurumsal ve ideolojik sonuçlardan belkide en önemlilerinden birisi, devletin hikmeti söylemini belirleyen denklemlerin (en azından bir boyutunda) değişmiş olması. Bunun nedeni, AKP projesinin niteliğinin devletleşmek olması, yani AKP’nin nihai hedefinin ulusu ve devleti yeniden şekillendirme projesi olmasıdır. Bu süreç içerisinde uyguladığı siyasetin niteliğini kendine göre bir değer sistemi geliştirmesi ve bunu devlet bütünlüğü ile özdeşleştirmesi teşkil etmektedir. Bunun ne kadar başaralı veya ne kadar meşru olup olmadığı takip edilmesi geren ayrı bir sorudur. Burada altı çizilmesi gereken unsur, parti bu yapısal tutumundan dolayı her hamlesini devletin bekası, devletin hikmeti olarak tanımlamakta olmasıdır. Mesela devletin uluslararası alandaki yapısal ilişkileri ile AKP’nin parti olarak güttüğü siyasetinden kaynaklanan sorunları, değişik ifadeyle: AKP’nin bir parti ve hareket olarak çıkarları devletin yapısal çıkarları ile örtüşmemekte. Buna nazaran parti ve yönetecileri bunun tersini iddia ederek ‚Milli Mesele‘ söylemi altında yoğun bir propaganda yürütmekte. 

İktidar, İslâmcı ve otoriter politikalarını kurumsallaştırmada önemli bir adım olarak gördüğü sistem değişikliğine milliyetçilik yoluyla ilerlemekte. (Zaten Türkiye koşullarında bir iktidarın ‚sade‘ bir İslâmcılık ile, yani bir İslâmcı iktidarın bile yalnızca sözde ‚Siyasal İslâm‘ ideolojisi ile ayakta kalabilmesinin imkânsız olduğu apaçık ortada.) Bu nedenle ülkenin siyasi kültüründe büyük oranda yer kaplayan milliyetçiliğe yönelmesi (ve kendini koruyabilmesi için dozunu yükseltmesi), hiçde şaşırtıcı değildir. Bu çift şeritili strateji, AKP’nin uzun zamandan beri kendine siyasi yön bulma arayışında belirleyici bir gelişmedir. 

Bu stratejinin başarılı olması, referandum sürecinin kaderini belirledi. İktidara muhalif olan akımlar bu ayrımı yeterince fark edememekteler. Büyük çaplı bir rejim değişikliği sorunu, basit milliyetçi söylemlerin arkasında saklatılmıştır. Muhalefet partisi, bu stratejiyi nötralize edememesi bir yana, bu stratejinin islemesinde önemli bir rol oynamıştır. ‚Milli Mesele‘ şantajına karşı güçlü bir irade ve otorite sergileyemedi. 

Bu açıdan bakıldığında, ilk başta ana muhalefet ve diğer modernist ve demokratik milliyetçi çevreler ve akımlar kendilerini böyle bir strateji karşısında hazırlıklı olmaları gerekmekteydi. Referandum sürecine bakıldığında, bunun ancak kısmen ve geç gerçekleştiği görünmektedir. Ama bu referandumdaki rejim değişikliği hamlesini durdurmaya yeterlimi, bunu referandum öncesi yanıtlamak şimdilik güç. Ancak, çıkarılacak dersler vardır: İktidar partisi bugüne kadar milli mesele siyasetini rahatça ve başarıyla kullanabilmiş olması, elbette muhalefetin birbiriyle ayrılmış olması ama daha önemlisi ana muhalefetin AKP stratejisi karşısında milliyetçilik konusundan dolayı büyük oranda etkisiz kalması ile alakalı. Bir çok zaman ‚milliyetçi manipülasyon‘ mekanizmasının ana muhalefet üzerinde de etkili olması, durumu daha vahim yapmakta: Hollanda kriz kepazeliğini ‚Milli Mesele‘ çerçevesinde ele alan CHP, bunun haricinde AKP’nin bir çok suni kriz yaratmak amaçlı olan manevralarına da ‚Milli Mesele‘ iddiasıyla ister istemez destek çıktı. AKP’ye her manipülasyon hamlesinde destek olmak, onun kitleleri ikna etmesinde yardımcı olmak anlamına gelmekte. Bu yüzden AKP referandum sürecinde avantajlı durumunu koruyabilmekte. Bu durumun oluşumunda muhalefetin AKP’nin milli mesele istismar siyasetini onaylamasının payı olduğunu ileri sürmek bu yüzden yersiz bir tespit olmaz. 

Özetle söylemek gerekirse, AKP iktidarının başarısı Türkiye siyasi kültürünün içinde bulunduğu durum ile alâkalıdır. Bir kaç yıl önce milliyetçiliğe karşı ‚savaş‘ açmış bir hükümet, basit ve ilkel milliyetçilik söylemleri ile koskoca bir rejim değiştirme projesini gerçekleştirebilmektedir. 

HABERE YORUM KAT