Merkel sonrası Türkiye politikası nasıl olacak?

Merkel sonrası Türkiye politikası nasıl olacak?

Almanya'da 26 Eylül'deki seçimlerde iktidar iddiası olan üç partinin başbakan adayları belli oldu. Merkel sayfasını resmen kapatacak seçimlerle dengeler de değişecek. Seçimler Türkiye ve Avrupa için de çok önemli.

Bizler, Türkiye'de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları için mücadele edenlerin yanındayız. İnsan hakları ve hukuk devleti ilkeleri ihlallerini kınıyor, bütün siyasi mahkumların salınmasını, Kürt meselesinde de diyalog ve barış sürecine geri dönülmesini talep ediyoruz."

Alman Yeşiller partisinin kısa süre önce açıkladığı Federal Meclis seçim programındaki Türkiye kısmının girişi böyle. Devamı daha sert: "Türk hükümetinin saldırgan dış politikasını kararlılıkla reddediyor, ondan, çok kültürlü bir güvenlik ve dış politikaya geri dönmesini talep ediyoruz. Bu, NATO kapsamında da bu şekilde gündeme getirilecektir. Avrupa Birliği'nin Türkiye ile tam üyelik görüşmeleri de sadece demokrasiye ve hukuk devletine tamamen dönmesi halinde yeniden başlayabilir."

Halen doğrudan ve listelerden seçilen 709 milletvekilinden oluşan Almanya Federal Meclisi'nde Yeşiller, 67 koltukla aslında beşinci parti. Ancak son iki yıldır zaman zaman yaşanan ufak tefek dalgalanmalar hariç istikrarlı biçimde iktidar iddiasını güçlendiren Yeşiller, şu anda Almanya'daki anketlerde de birinci güç.

Alman ARD Radyo TV Kurumu için Infratest Dimap'ın düzenli yaptığı aylık kamuoyu yoklamalarının sonuncusuna göre Yeşiller, Almanya'daki birinci güç olan Hristiyan Birlik partilerini (CDU ve CSU) sollayarak yüzde 26 ile ilk parti. Yani "Önümüzdeki Pazar günü seçimler yapılsa oyunuzu kime verirsiniz" sorusuna seçmenin yüzde 26'sı "Yeşiller" cevabını veriyor.

Yeşiller, başbakan adayını açıkladığı geçen aya göre de 4 puan yükselmiş. Son yıllarda hem halk hem de parti tabanı desteği ve üye sayısı hızla artıyor. Federal seçimler için başbakan adayını iki eş genel başkan kendi arasında belirledi. Gürültüsüz, patırtısız ve çatışmasız iki eş genel başkan olan Robert Habeck ve Annalena Baerbock 19 Nisan'da kameraların karşısına geçti ve partinin başbakan adayının Annalena Baerbock olduğunu ilan ettiler.

40 yaşında iki çocuk annesi ve kendi deyimi ile "hippi" bir ailede büyüyen Annalena Baerbock, çocukluğu nükleer santraller ve savaş karşıtı gösterilerde geçmiş bir isim. Bu onun hırslı, disiplinli ve düşündüklerini dobra dobra söyleyen karakterini büyük ölçüde belirledi. Yaşından da genç görünen Baerbock, 2018 yılında seçildiği parti eş genel başkanlığı sonrasında hızla profil kazandı ve uluslararası hukuk ile iklim ekonomisi konularında uzman olduğunu ortaya koydu.

Yeşiller başarıyı nasıl yakaladı?
Yeşiller köklü değişim hedeflerine dair sinyalleri 2018'e girerken verdi ve bunu hızla hayata geçirdi. Parti programı ve yönetimi, dış güvenlik, NATO, ekonomi gibi alanlarda da yetkin olduğunu ortaya koyacak şekilde reforme edildi. Federal düzeyde de iktidara oynayan bir güç olarak Yeşiller ilginç bir strateji izledi ve hükümet eden kitle partilerinin ve popülistlerin belirlediği gündeme tepki vermeyi bırakıp kendi belirlediği gündem üzerinden ilerledi. O zamandan bu yana da giderek güçlendi.

2019'da yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde bütün dünyadaki iklim tartışmaları rüzgarını da arkasına alan Yeşiller, Strasbourg'a 21 vekil gönderdi ve böylece 74 koltuklu Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı grubundaki en büyük delegasyon oldu. Almanyalı Yeşiller, Avrupa Halk Partisi içindeki Almanyalı Hristiyan Birlik üyesi vekillerin ardından AP'de Almanya'dan giden ikinci büyük delegasyon.

Hristiyan Birlik için alarm zilleri
Yeşiller yükselirken Almanya'da Başbakan Angela Merkel'in partisi Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile onun kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik'in (CSU) oluşturduğu Hristiyan Birlik bloğu için alarm zilleri çalmaya başladı. Hristiyan Birlik yıllardır Almanya'da en büyük kitle partisi ve 16 yıldır Merkel başbakanlığındaki koalisyonların büyük ortağı. Ondan önce de 1982-1998 yıllarında Helmut Kohl başbakanlığında ülkeyi dört dönemden fazla yönettiler.

Almanya'da güçlü olmaları Avrupa Parlamentosu'na da yansıdı. Alman Hristiyan Birlik partileri AP'deki en büyük grup olan Avrupa Halk Partisi'nin ortağı ve son yıllardaki rekor oy kabına rağmen halen onun yüzde 16'sını oluşturuyor. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen da CDU'lu ve onun gibi Brüksel'deki pek çok lider kadro da Hristiyan Birlik'in ait olduğu Avrupa Halk Partisi grubundan. Dolayısıyla Almanya'da yapılan son kamuoyu yoklamasında CDU ve CSU'dan oluşan Hristiyan Birlik'in sempati değerlerinin yüzde 23'lere düşmesi Almanya kadar Avrupa'da da endişe yaratıyor.

Hristiyan Birlik aslında 2015 yılında yaşanan sığınmacı göçüyle kan kaybetmeye başladı. Angela Merkel'in hümanist çizgisinden rahatsız olan muhafazakârlar ve sağcılar faturayı iktidara kesince bundan popülistler kârlı çıktı. Popülistler hızla güçlenip, bütün eyaletlerde ve federal mecliste parlamentoya girerken Hristiyan Birlik kendi içinde çatışmaya başladı. Merkel'in bir daha başbakan adayı olmayacağını söyleyip genel başkanlığı bırakması da tansiyonu düşürmediği gibi merkez sağ ile ılımlılar kavgasını alevlendirdi. Zorlu ve yıpratıcı bir süreçten sonra CDU'da genel başkanlığı Armin Laschet devraldı.

Hep "ikinci adam" olan Laschet
Aslında Laschet de ılımlı Merkel ekolünden, ancak son yıllarda bu duruşundan geri adım attı. Buna rağmen ikna edemedi, otorite sağlayamadı, tabanı arkasında birleştiremedi. Bu sorun çözülmemişken karşısına bu sefer de başbakan adaylığı sorunu çıktı. Normalde Hristiyan Birlik partilerinde (CDU ve CSU) teammüllere göre, Almanya'daki 16 eyaletten 15'inde örgütlü olan CDU'nun genel başkanı başbakan adayı olur. Ancak Laschet'in parti ve seçmen içindeki zayıflığını kullanan kardeş parti CSU'nun lideri Markus Söder bu kez başbakan adayı olmak istediğini ilan etti. Almanya'daki 16 eyaletten sadece biri olan Bavyera'da örgütlü olan CSU'nun lideri Söder'in yol açtığı yarış Hristiyan Birlik partilerini daha da yıprattı. Ancak sular durulmadığı gibi seçim programı bile halen açıklanmadı.

Armin Laschet, siyasi kariyerinde mücadelelerin galibi değil, mağlubiyetlerden sonra göreve gelen "ikinci adam" olarak biliniyor. Bu sefer de öyle oldu.

Türkiye'ye yönelik tutumu tatlı sert
Halen Türkiye kökenlilerin yoğun olduğu Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Başbakanı olan Laschet, eyalette yaklaşık 1 milyon Türkiye kökenlinin yaşaması ve Türkiye ile yoğun ticari ilişkiler nedeniyle eleştirilerinde hep temkinli davrandı. Partisinin çizgisiyse açık ve net. Partisinin Türkiye politikası şöyle: "Tam üyelik için gerekli şartları yerine getirmediği için Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini reddediyoruz. Türkiye'de son yıllarda hukuk devleti, özellikle de düşünce ve basın özgürlüğü konusunda yaşanan gelişmeleri de endişe ile izliyoruz."

Bu konuda Laschet'in de farklı düşünmediği görülüyor. Geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın göçmenlerin Avrupa'ya gelişleri için sınırları Avrupa'ya açmaya dair söylemi sonrasında şöyle konuştu:

"Erdoğan'a yönelik baskıyı artırmak gerekli. İdlib'de yürüttüğü savaş, mültecilerle Avrupa'yı baskı altına alması oyununa izin verilemez".

SPD'nin adayı Scholz: "Gürültüsüz"
Sosyal Demokrat Parti (SPD), 2021 Federal Meclis seçimleri için adayını en erken duyuran parti oldu. Pandemi sürecindeki yıpranma tehlikesine rağmen 10 Ağustos 2020'de Başbakan yardımcısı ve Federal Maliye Bakanı Olaf Scholz'un aday olacağı açıklandı. Son yıllarda Merkel hükümetine koalisyon ortağı olan, halen iktidardaki koalisyonda da dışişleri, çalışma, aile ve maliye gibi en önemli bakanlıkları kapan SPD seçmene vaatlerinin çoğunu yerine getirmeyi başardı. Genel asgari ücret, temel emeklilik yasası, tedarik zinciri kanunu vb önemli projelere imza atmasına karşın başarısı sandığa yansımıyor. Son kamuoyu yoklamalarında SPD yüzde 14 ile üçüncü parti. 2017 seçimlerinde yüzde 20,5, 2013 seçimlerinde de yüzde 25,7 oranında oy aldı.

Adayları Olaf Scholz iyi bir hukukçu olmasının yanı sıra yıllarca parti genel sekreterliği, Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı, Hamburg Eyaleti Başbakanlığı da yapmış bir siyasetçi. Çalışkan bir siyasetçi olmasına rağmen ön plana çıkmayı sevmediği için lakabı "gürültüsüz". Maliye Bakanlığı döneminde bütçeyi sıfır borçla kapatmadaki ısrarı ve başarısı nedeniyle diğer partilerden de saygı görüyor, ancak kendi partisinin yönetimiyle uyumlu değil, zira partinin eş başkanları solcu kanattan, Scholz ise merkezci.

Türkiye konusunda çokça laf etmese de duruşu net. Geçen ay verdiği bir mülakatta Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusundaki bir soru üzerine "İnsan hakları ve hukuk devleti söz konsuysa uzlaşma söz konusu olamaz" dedi. Özetle bunlar yerine getirilmediği vakit Ankara ile uzlaşıya sıcak bakmıyor.

Partisinin hafta sonunda açıklanan programında da şu satırlar yer alıyor: "Türkiye'nin dış ve iç politika çizgisini endişeyle takip ediyoruz. Türkiye hukuk devleti, demokrasi ve devletler hukuku prensiplerine uymakla yükümlüdür. Türkiye ile bu konuları da eleştirel biçimde ele alacak şekilde bir diyaloğun yoğunlaştırılması acilen gereklidir."

Halen Dışişleri Bakanlığını da elinde tutan SPD de CDU'lu Merkel de geçen yıl yaşanan gerilimlere rağmen Ankara ile diyaloğun kopmamasından yana olmakla biliniyor. 26 Eylül seçimleri sonrasıysa belirsiz. Ankara da bunu farketmiş olsa gerek Almanya ile son dönem diplomasi trafiğini artırdı. Erdoğan ile Merkel üç ay içinde üç kez görüştü. Dışişleri Bakanları Çavuşoğlu ile mevkidaşı Maas da karşılıklı ziyaretlerini yoğunlaştırdı. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun geçen haftaki Berlin ziyareti, Almanya İçişleri Bakanı'nından Cumhurbaşkanı'na bir üst düzey temas maratonuna dönüştü. Libya ve AİHM kararlarının uygulanmamasına dair eleştirilere rağmen görülen dostane hava Ankara'nın mevcut hükümetin son demlerini fırsata çevirme atağı olarak niteleniyor

 

KAYNAK:  Deutsche Welle Türkçe

HABERE YORUM KAT