Hayatta kalmak için çalışmak, çalışmak için hayatta kalmak

Hayatta kalmak için çalışmak, çalışmak için hayatta kalmak

Serinin her bölümünde Türklerin maruz kaldığı ırkçılığın farklı bir köküne iniyoruz. Bu bölümde Alman devleti ve teşkilatlarının payı tartışılıyor.

Evine ekmek götürmek için toprağından göç etmiş milyonlarca Türk'ten bazıları bu ülkede vahşice katledildi. 90’lar ve 2000’li yılların başındaki dehşet veren cinayetlerde çocuklarımız, annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz can verdi. Göçler hala devam ediyor, birçok Türk hala Almanya’da yaşam mücadelesi veriyor ama gerçek değişmiyor: Saçımızın, gözümüzün rengi öldürülmek için bir sebep. 

Türkiye’de yıllardır süren ve süründüren işsizlik beni ve ailemi evimizi bırakmaya zorladı. Almanya’ya göç edeceğimiz zamana günler kala kafamda bir dolu soru var. Yaşayacağımız evde güvende olacak mıyız? Esmer tenli erkek kardeşim Nürnberg’de bir çiçekçi tezgahının önünden geçerken onun için endişelenecek miyim? Okula başlayacak küçük kız kardeşim ismini sınıfta söylediği zaman onu neler bekleyecek? 

Almanya Essen Türkiye Araştırmalar Merkezi eski direktörü Prof. Dr. Faruk Şen ve Fulda Üniversitesi öğretim üyesi Türkan Kanbıçak soruları cevaplamaya yardım ediyor.

“Almanya İkinci Dünya Savaşından sonra Nazileri arındırma politikasında başarılı olamadı” diyor Şen. Türk katliamlarına hükümetin göz kapatmasına da “kendi başına sıktı” diyerek anlatıyor. Kanbıçak’da İkinci Dünya Savaşındaki antisemitizme işaret ediyor. Daha önce bir ayrımcılığa maruz bırakanların “diğer ayrımcılıklara da” meyilli olduğunu söylüyor. 

Şu da bir gerçek: Almanya fırsatlar ülkesi. Güzel toprakları, güzel insanları ve en önemlisi yıllardır bize yeni bir yaşam kurmayı sağlayan güzel ilkeleri var. Fakat, birçok Avrupa ülkesinde ırkçılıktan yaşanan faciaların gerçeğini değiştirmiyor. 

Türklerin maruz kaldığı ayrımcılık ise başka bir hikâye. Avrupa’nın dillerine kadar işlemiş. İtalyancada bestemmia come un Turco (Türk gibi küfretmek), puzza come un Turco (Türk gibi pis kokmak), türk kökünün geldiği İspanyolcada turquerie (kaba saba, acımasızlık ve açgözlülük), Oxford Concise Dictionary’de Türk kelimesinin anlamının “vahşi, dizginlenemez” olması örneklerden sadece birkaçı. 

Peki özellikle Almanya’da ölen Türklerin gerçek katilleri kim? Sokaklara isim vermekten başka Almanya’nın üzerine ne düşüyor? Daha da önemlisi, öldükten sonra hangi sokağa kimin ismin vereceğimizi düşünmektense, canını kaybetmeden önce sokakları kendimiz için nasıl güvenli hale getirebiliriz? 

Neo-nazilerin ağları hükümete kadar uzanıyor

Almanya’da 2000-2006 yılları arasında Türklere ve diğer azınlıklara terör estiren NSU ülkenin tarihinde bir kara leke olmakla beraber yanıtlanmamış pek çok soru bıraktı. Bu sorulardan en akılda kalanı ise devletin içindeki NSU bağlantıları. 

Faruk Şen, Neonazilerin 4 teşkilatta toplandığını ileri sürüyor: Ordu, polis, gizli emniyet ve özel koruma. Kendisine devletin içinde de böyle bir yapılanma olup olmadığı sorulduğunda da “açığa çıkartılmış bir isim olmadığı” cevabını veriyor. Kanbıçak ise AFD’nin varlığının daha önceden siyasi tabu olan yasak duyguların artık biraz daha rahat yaşanmasına sebep olduğunu söylüyor. 

1.jpg

Prof. Dr. Faruk Şen

Devletin içinden olmasa da istihbarattan açığa çıkmış bir isim var. “Döner cinayetleri” ismiyle anılacak kadar Orta Doğululaştırılmış ve basite indirgenmiş katliamlarda 10 kişi canını vermişti. Bunlardan 9. olan Halit Yozgat, ailesinin işlettiği internet kafede iki kurşunla öldürülmüştü. Zanlısı yakalanamayan cinayette adı geçen şaşırtıcı bir isimse Andreas Temme’ydi. 

Landesamt für Verfassunsschutz’da (Anayasayı Koruma Bürosu) istihbaratçı olarak çalışan Temme, polis raporlarına göre, Yozgat’ın öldürüldüğü anda aynı internet kafedeydi. 

İnternet aktivitesi ile cinayetin işlendiği anda orada bulunduğu kanıtlanmasına rağmen mahkemede ses duymadığını ve Yozgat’ı görmediğini iddia etti. Birkaç hafta sonra, şüpheli olmadığı kanısına varıldığı için serbest bırakıldı.

turkankanbicak.jpg

Fulda Öğretim Üyesi Türkan Kanbıçak

Buna rağmen hakkında kanıtlar ve araştırmalarla farklı iddialar ortaya atıldı. İngiltere’deki Goldsmith Üniversitesi’nin araştırma ekibi Forensic Architecture’ın polis raporlarından alınan bilgilerle yapılan modellemelerine göre Temme’nin boyundaki birinin giriş masasına para bırakırken (çekilen resimlerde ayrıca masanın üstünde kan lekeleri gözüküyor) masanın hemen arkasında yatan Yozgat’ın bedenini görmemesi imkânsız. 

Temme ile ilgili başka iddialar da mevcut. Star Habere göre çevresinde Küçük Adolf lakabıyla tanınmakla beraber o günlerde Neonazi lideri Benjamin G. İle uzun telefon görüşmeleri tespit edilmiş. Neonazilerle istihbaratın arasında nasıl bir ilişki vardı?

nsu.jpg

Dönemin eyalet başkanı ve Merkel’in partisi CDU’da önemli bir figür olan Volker Bouffier’in bu telefon görüşmelerinin polis tarafından soruşturulmasına engel olması ve NSU davası ile ilgili belgeler için 120 yıl gizlilik kararı alması ise oldukça kafa karıştırıcı. DW’ye göre Tino Brandt adındaki eski Neonazi örgütü üyesi, Alman istihbaratının dolaylı yoldan örgüt üyelerini finanse ettiğini iddia ediyor. Brandt kendisinin BfV Thuringia’ya para karşılığında muhbirlik yaptığını, bu paranın bir kısmının terör örgütüne gittiğini ve BfV’nin bu durumdan tamamen haberdar olduğunu anlattı. 

Faruk Şen, kendisine Neonazi muhbirlerin istihbarat tarafından gizlenmesinin yasal olup olmadığı sorulduğunda böyle cevap veriyor: “Bunun yasal olarak bir yanlışlığı yok, fakat ahlak açısından çok yanlış.”

Yozgat’ın hikayesinde olduğu gibi Neonazilerin hükümetin iliklerine işlediğini iddia eden pek çok iddia var. Ayrımcılığın bir ayağı olan devlet, yıllarca NSU’yu görmezden gelip Türklerin birbirlerini katlettiklerini de ortaya atmıştı. Yine Şen’in ifadesiyle, “(Dönerci Cinayetleri) Türk mafyasının hesaplaşması olarak görülüyordu”. Görmezden gelmenin arkasında bilinçli bir göz kapama olup olmadığı başka bir soru. Peki göz kapayanlarla göz kapatılanlar arasındaki ilişki ne? 

Kanbıçak “toplumda sağ gözde körlük olduğunu” söylüyor. Ayrıca Türklerin suçlanmasını da “Utanç verici bir durum- Mağdur kişilerin ailelerini suçlu göstermek” olarak dile getiriyor. İkinci Dünya Savaşından sonra Müslümanlığın siyaset için bir silah haline geldiğini de “Müslümanlık artık bir marka haline geldi. Bu bir dış algı stratejisi.” diye ifade ediyor.

Sorular hiç bitmiyor. Güvensizlik ve korkunun da sonu gelmiyor ne yazık ki. Topraklarında yaşayan insanların yaşama hakkını korumakla yükümlü olan bir devletin kendisinin ırkçı ideolojilere sahip olmasıysa kan dondurucu. 

Haber: Kayra ŞENER
 

HABERE YORUM KAT