Hangisinden daha çok korkuyorlar? Neonazilerden mi, korona önlemleri karşıtlarından mı?
Galiba artık Almanya’da ırkçılıkla mücadelede iki farklı dönemden söz edeceğiz. Meclis baskını girişimi öncesi ve sonrası. İktidar sözde aşırı sağa savaş açtı. Korkuyor. İyi de, neonazilerden mi, korona önlemleri karşıtlarından mı?
Alman meclis binası önünde bir avuç neonazinin gövde gösterisi ve parlamentonun merdivenlerinde Nazi Almanyası'nın da simgelerinden sayılan “İmparatorluk Bayraklarının” (Reichsfahne) dalgalandırılması, anlatıldığına göre, bardağı taşıran son damla oldu. Şimdi Almanya aşırı sağ tehlikeyle mücadele için çözüm arıyormuş.
Peki, insana sormazlar mı “Bunca yıl nerelerdeydiniz?” diye?
NSU CİNAYETLERİNDE BU KADAR AYAĞA KALKMAMIŞLARDI
Berlin olaylarının ardından iktidar partisinin temsilcileri Almanya’daki ırkçı tehlikeyle ilgili art arda adeta itiraf gibi açıklamalarda bulundular ve acilen sert tedbirler talep ettiler.
8’i Türk 10 kişinin katledildiği ırkçı terör örgütü NSU’nun davası sürecinde dahi aşırı sağ tehdidin boyutlarına ilişkin böyle itiraflar ne duyduk, ne de gördük. O dönemde sadece Başbakan Angela Merkel olayın tüm boyutları ile aydınlatılmasını talep etmiş ve takipçisi olacağını belirtmişti. Ancak dava bitti, dosya kapandı. Irkçı terörün istihbarat, emniyet, siyaset bağlantılarına ilişkin soru işaretleri de havada asılı kaldı.
TUHAF BASKIN GİRİŞİMİ
Bugün ırkçılar koronayı bahane ederek Alman parlamentosuna nazi dönemi sembolleriyle tabiri caizse iplerini koparırcasına daldılar. Ufak bir parantez açalım: Nazi bayrakları ile meclise giren güruh arasında bir de Türk bayrağının dalgalandığına dahi şahit olduk.
Aslında korona günlerine aylardan bu yana eşlik eden salgın önlemlerine karşı çıkanların gösterileri baştan beri kafa karıştırıyordu.
HER RENKTEN HER GÖRÜŞTEN EYLEMCİ
Aralarında sağ popülistler, sağcılar hatta neonaziler de vardı. ama çok daha fazla sen ben gibi sokaktaki sade vatandaş da korona politikalarını eleştiriyordu ve sokakta hükümetten cevap istiyordu. Bu eylemcilerin arasında baştan beri Türkler, Afrikalılar, Müslümanlar ve hatta LGBTİ grupları da yer alıyordu. Berlin ayaklanmaları da patlak verince aslında hepimizin şaşkınlıkla izlediği bu tabloyu en iyi Sağlık Bakanı Jens Spahn tek bir cümle ile özetleyiverdi: “Beni gerçekten endişelendiren ise eşcinsel hareketin gökkuşağı bayrağı, özgürlük bayrağı ile Nazilerin Reich bayrağı ve Nazi sembollerinin aynı gösterilerde yer alması. Bunu görünce kendinize neler olduğunu soruyorsunuz?”
Bakan Spahn Berlin’deki manzaranın ülkenin genelini yansıtmadığını ileri sürse de aynı görüşü Alman Polis Sendikası (GdP) Genel Başkan Yardımcısı Jörg Radek paylaşmadı.
Korona protestoları hareketinin masumiyetini kaybettiğini söyleyen Radek, “Artık kimse gösterilerde sadece yürüdüğünü söyleyemez. Bundan sonra o hareketle birlikte yürüyen herkesin, aşırı sağcılarla ortak olmak isteyip istemediğini ve korona krizine ilişkin kişisel endişelerini, demokrasi düşmanı radikallerin hedefleriyle birleştirmek isteyip istemediğini kendine sorması gerekecek” dedi.
Radek noktayı koydu.
DUYMAK İSTEDİĞİMİZ SESLER
Sonra ne mi oldu?
Münih’te neonaziler yargılanırken duymak istediğimiz, özlemini çektiğimiz sesler yükselmeye başladı. NSU davası gibi aşırı sağın ipliğini pazarına çıkaracak bir fırsatı geri tepen iktidar temsilcilerinin alarm veren açıklamaları geldi:
Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) Federal Meclis Grubu Başkanı Thorsten Frei, “Acilen harekete geçmeliyiz. Bunlar anayasa düşmanları. Hafife almamalıyız” dedi.
Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Thomas Haldenwang, “Aşırı sağcılar ve ‘Reich’ vatandaşları güçlü etki yaratan görüntülerle yankı yaratmayı başardılar. Böylece heterojen protestoları malzeme haline getirdiler.”
Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Annette Widmann-Mauz da meclis merdivenlerinde meydana gelen olayları “komplo mitlerinin, aşırı sağcı fikirlerin ve demokrasi ve insan düşmanı teorilerin toplumumuzun belli bir kesimlerine yerleştiğinin kanıtı” olarak değerlendirdi ve tüm bunların küçümsenemeyeceğini bildirdi.
Hatta ırkçı şiddet ve terör olaylarında bir köşede uslu uslu duran küçük parti bile diklendi. Hür Demokrat Parti (FDP) lideri Christian Lindner, sokağa çıkan yurttaşlara seslenerek aşırı sağcılar tarafından kullanılmaktan kaçınmalarını istedi.
Birlik’90 / Yeşiller Partisi’nin hukuk uzmanı Katja Keul de aşırı sağcı “İmparatorluk Vatandaşları”nın (Reichsbürger) daha yakından ve yoğun gözlemleyerek, potansiyel tehlikelerini analiz etmek gerektiğini söyledi.
HÜKÜMET BİLİM İNSNALARI VE SİVİL TOPLUM TEMSİLCİLERİNİ DİNLEDİ
Ve şimdi sıkı durun!
Ülkede yıllarca onlarca göçmen ve Türk asıllı, ırkçılar tarafından katledilirken, kundaklanırken, siyasetçilere gazetecilere hukukçulara, sanatçılara aşırı sağcılardan ölüm tehditleri yağarken ve hatta Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke “alnının çatından” bir neonazi kurşunu ile infaz edilirken bile olmayan bir şey oldu: Hükümet temsilcileri aşırı sağ tehlikeye karşı etkin ve sert mücadele için harekete geçti. Bilim insanları ve sivil toplum önderleri ile bir araya geldi.
“Almanya’da ırkçı terör” var diye yıllardır bağıranlara kulak vermeyenler birden dikkat kesildi.
Başbakan Angela Merkel ve İçişleri Bakanı Horst Seehofer bilim dünyasının ve sivil toplumun temsilcilerini dinledi. Dün ülke başkentinde neler konuşuldu önce onlara hızla bakalım:
Amadeu Antonio Vakfı Genel Müdürü Timo Reinfrank, Başbakanlıktaki görüşmeye ilişkin DPA’ya göçmen kuruluşlarıyla alay eder gibi bir açıklamada bulundu: “Bir şeyin değişmesi gerektiği inancı, özellikle bilimde, göçmen örgütlerinde ve sivil toplumda çok netleşti” dedi.
“GÖÇMENLER TOPLUMU KATILIM KONSEYİ” TALEBİ
Yani Reinfrank göçmen örgütlerinin uzun yıllardan bu yana talep ettiklerini tekrarladı. O kadar. Elbette doğru şeyler de söyledi. Federal hükümetin yasama dönemlerinin ötesinde de konu üzerinde çalışmasını sağlayacak yapılara ihtiyaç olduğunu açıkladı. Göçmenler Toplumu Katılım Konseyi gibi örneğin. Gerçekte, eyaletlerde benzerleri zaten mevcut bir uygulamanın federal hükümetin bünyesine kazandırılmasın istedi.
Buna karşılık Uyum Bakanı Annette Widmann-Mauz ırkçılığa karşı mücadelenin güvenlik ve göçle sınırlı tutulmaması gerektiğini savundu. Uyum Bakanı, göçmen örgütlerinin daha güçlü bir iltica, göç ve entegrasyon politikası ve ırkçılıkla mücadele taleplerinin anlaşılabilir olduğunu da söyledi.
IRKÇI ARAŞTIRMALARA EK FON SÖZÜ
Araştırma Bakanı Anja Karliczek, aşırı sağ ve ırkçılıkla ilgili araştırmalar için ek fon sözü verdi.
Ayrımcılığa karşı danışma merkezlerine yönelik hızla artan talebe işaret eden Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi Başkanı Bernhard Franke, devletin ayrımcılığa uğrayanlara karşı bir yükümlülüğü olduğunu söyledi.
Hatta Adalet Bakanı Christine Lambrecht bir adım daha ileri gitti ve radikal eylemler, şiddet ve terör kurbanlarına yönelik federal mali yardım kurallarında bir değişiklik gidildiğini duyurdu. Lambrecht, ağır vakalarda ekonomik destek alabileceklerini müjdeledi.
Bunca aşırı sağcı şiddet kurbanı, bunca ırkçı terör saldırısı, nazi kundaklamaları ve yardım çığlıkları yıllarca devleti harekete geçiremedi. Peki ne oldu da şimdi devlet “topyekûn” harekete geçti?
NSU cinayetlerinde istihbarat parmağı çok tartışıldı. Irkçı cinayetler derin devlet bağlantıları şüphesiyle şimdilik hasıraltı edildi.
Devletin kontrol etmekte zorlandığı korona protestolarına dönelim ve Berlin olaylarında “istihbarat” faktürü iddialarına da bir göz atalım o zaman.
Pandemiyle birlikte ekonomik kriz ülkeyi sosyal patlamanın eşiğine getirdi.
Alman hükümetinin korona politikalarını eleştiren, önlemleri protesto eden eylemcilerin sayısı salgın boyunca gitgide arttı.
KORONA GÖSTERİLERİNE “NAZİ” FRENİ Mİ?
Aralarında her renkten her görüşten eylemci bulunan gösteriler Berlin olayları ile birlikte raydan çıktı. Darboğazın getirdiği çaresizlik, geleceğin belirsizliği insanları sokağa yöneltiyor. Önünü göremeyen, olanlara ne anlam vermesi gerektiğini bilemeyen vatandaş sorguluyor, gerçek nedir bilmek istiyor ve tüm endişesini sokakta haykırıyor.
Fakat bu haykırış, anlaşılan Berlin’i “topyekûn”endişelendiriyor. Evet muhakkak kaygılandırıyor ki, Berlin gösterilerinde -en az- 40 bin göstericinin arasındaki birkaç yüz neonazinin işlediği suçlar öne sürülerek korona göstericilerine toptan “Nazi” etiketi yapıştırılıyor.
O zaman, Stuttgart Girişimi “Querdenken 711” organizatörü Michael Ballweg’in bir iddiasına kulak vermemek olmaz.
O BAYRAKLARI KİM DAĞITTI?
Ballweg cumartesi günkü gösterilerde çok sayıda aşırı sağcı eylemci ve “Reich vatandaşı” olduğunu iddia eden protestocunun yer aldığı yönündeki eleştirilere “Ben herhangi bir aşırı sağcı görmedim” sözüyle yanıt veriyor ve söz konusu “İmparatorluk Bayraklarının” gösteride dağıtıldığı yönünde duyum aldıklarını belirtiyor.
Demek ki, iddia doğruysa, o ortalığı karıştıran görüntülerdeki bayrakları “görünmez” bir el dağıtmış. O “görünmez el“ neonazi terör hücresi NSU’nun kolaylıkla cinayetler işlemesine yardımcı olan elleri de anımsatıyor.
Hükümeti son aylarda zorlayan korona hareketi işte bu gizli el tarafından dağıtılan bayraklar sayesinde püskürtülmüş olmasın?
Bir şey iddia etmiyoruz. En insani, insana en yakışır bir özelliğimizi hatırlıyoruz. Sadece soruyoruz. Biz, insanız. Koyun değiliz. Her söylenene inanmayız. Her gördüğümüze inanmamayı da öğreneli yüzyıllar oldu. Sorariz, inceleriz, tartarız.
Sorduk.
Federal Almanya Adalet Bakanı Christine Lambrecht’in şu sözüyle konuya noktayı koyalım:
“Almanya'da tüm insanların ayrımcılık ve ırkçı düşmanlık korkusu olmadan yaşamasını ve topluma eşit düzeyde katılabilmesi sağlanmalıdır.”
IŞIN TOYMAZ – BERLİN