Frankfurt'ta lodos...

Frankfurt'ta lodos...

TANER DİKMEN - Fuar zamanı Frankfurt’ta yer bulmak zor. Yakınlarda bir köyde kalıyorum.Otel güzel ama istasyona on dakika yürüme mesafesinde. Frankfurt’a...

TANER DİKMEN - Fuar zamanı Frankfurt’ta yer bulmak zor. Yakınlarda bir köyde kalıyorum. Otel güzel ama istasyona on dakika yürüme mesafesinde. Frankfurt’a trenle yirmi dakikada gidiliyor. Mart başı, havalar soğuk. Toprak buz kesmiş. Otelin önünde yol çalışması var. Üç işçi büyük pürmüzlerle toprağı ısıtıp yumuşatıyor, diğerleri kazıyor. Alman'ın defterinde soğuktan dolayı işi tatil etmek yazmıyor. Bir sabah uyanıyorum, camdan bakıyorum; dışarıda güneş pırıl pırıl parlıyor. Kuvvetli bir rüzgar var; demek ki hava lodos. Şişman bir Alman bisikletine binmiş şarkı söyleyerek gidiyor. Yüzü biraz kırmızı, hatta mor. 'Bunlar çok bira içiyor' ondandır. Takım elbisemin üzerine zemheri zürafası marka trençkotumu geçiriyorum. Otelin kapısından çıkarken resepsiyondaki kız bana bakıp kuş gibi çırpınıyor. Üzerinize bir şeyler alın gibisinden hareketler yapıyor. Elimle 'Gerek yok, böyle iyidir' diye cevaplıyorum. Hava lodos, fazlası terletir. Kapıdan çıkıyorum; ne lodosu yahu, hava jilet gibi kesiyor. Yolda çalışan Almanlar bile işi tatil etmiş, bir köşede ateş yakmış it gibi titriyorlar. Otelin köşesini dönüyorum, inanılmaz soğuklukta bir rüzgar nefesimi kesiyor. Resepsiyondaki kıza hava atmamış olsam geri döneceğim. Yürüyorum, üzerimdeki giysiler sanki şile bezinden yapılma. Rüzgar vücudumun her zerresiyle temas halinde. Ellerim ve yüzüm uyuşuyor, titremeye başlıyorum. Yolun her tarafı açık, rüzgardan yürümekte zorlanıyorum. Gözlerimden yaşlar boşanıyor, kulaklarım sancıyor, burnum kopmuş gitmiş sanki. Kontrolsüz titremeler başlıyor; nefes almakta zorlanıyorum, yolda zigzaglar çizerek yürüyorum. Bir evin duvarının dibine çömeliyorum. Köpek saldırıyor; kaçıyorum. Koşayım diyorum, olmuyor. Notre Dame'ın kamburu Kuazimodo gibi hareketler yapıyorum. Sinir sistemim çöküyor; 'hipotermi' diye düşünüyorum: Almanya'da bir köy istasyonunda hipotermiden absürt bir şekilde öleceğim. Kafam uyuşuk, düşüncelerim bulanık, istasyonun etrafında dolanıp duruyorum, bir türlü içeri giremiyorum. Sonunda bir Alman kolumdan tutup içeri sokuyor. Bir banka çöküp kirpi gibi büzüşüyorum. İki tren geçiyor, titremekten binemiyorum. Üçüncü trene binebiliyorum; tren sıcak. Titremeler azalıyor ama kulaklarım müthiş ağrıyor, burnum kanıyor. Frankfurt Garı'nda bir şeyler içip kendime geliyorum. Gar çıkışında dijital bir termometre gözüme çarpıyor, ekran eksi 12’yi gösteriyor. Bütün gün mankafa dolaşıyorum. Akşam işim bitince 90 'Euro' bayılıp otele taksiyle dönüyorum. Resepsiyondaki kız beni görünce hayretle 'Üşümediniz mi böyle?' diye soruyor. 'Yok' diyorum. 'Alışkınız biz'. Fotoğraf: Griszka Niewiadomski

HABERE YORUM KAT