Evet - Hayır - Terörist: Türkiye'de Devlet Mantığı Tahribatı

Evet - Hayır - Terörist: Türkiye'de Devlet Mantığı Tahribatı

İktidar, referandum sürecinde kendisine muhalif toplumsal görüşleri ve tercihleri sürekli terörist olarak tanımlıyor. Ancak bu kısa vadeli siyasi rant hedefleyen tutum, devlet ciddiyetine ve mantığına aykırı bir tutumdur.

ERSİN YILDIZ - İktidar, referandum sürecinde kendisine muhalif toplumsal görüşleri ve tercihleri sürekli terörist olarak tanımlamakla, terörizmi bir siyasi aktör olarak varsaymaktadır. Ancak bu kısa vadeli siyasi rant hedefleyen tutum, devlet ciddiyetine ve mantığına aykırıdır, uzun vadede devlet ülküsünün altını oyan bir tutumdur.  

Bugünün mantık kavramının kökeni eski yunancanın techne kelimesine dayanır. Techne aynı zamanda yeni cağda belirleyici kavramlar olan teknik, teknoloji kelimelerinin ana sözcüğüdür. İçeriği, tam anlamıyla düşünce zanaatı anlamına gelmektedir. Ve bu yüzden hem güzel sanatları, el sanatını, hem de mühendislik, teknoloji-bilim bağlamında oluşan düşünce sistemlerinin kavramsal temelini oluşturur. Teknolojideki anlamından yola çıkıldığında, techne/mantık anlamının merkezi boyutu hemen anlaşılmaktadır: Bir iddia içeren ifadenin geçerli olabilmesi için objektif bakımdan geçerli olup olmadığına bağlıdır. Örneğin, bir insan bir evin üçüncü katından atladığı zaman bir doğa kanunu olan yer çekiminden dolayı yere düşer. Bunun subjektif bir çerçevede tartışması (aklı dengesi az çok yerinde olan) bir insan için anlamsızdır. 

Ancak, insanın doğa kanunları ötesinde yarattığı toplumsal yapı olarak adlandıra bileceğimiz insan ilişkilerinin kalıcığının garantisi anlamına gelen düşünce ve gelenek sistemi ve sistemleri için, doğa kanuna yönelik olduğu gibi katı ifadeler kolay sarf edilemez; ancak, bunun mümkün olmadığını söylemenin de kesinlikle yanlış olduğu da bilimsel bilgi birikimi doğrultusunda tespit edilebilir. Bir değişik ifadeyle: insanlar kendi ilişkileri ile ilgili düşüncelerini, yani içinde bulunduğu tarihsel dönemlerin şartları bazında, bu döneme has doğrular geliştirirler. Bu düşünceler, insan pratiği üzerine kurulmuş medeniyet ve toplumsal yapılar ve sorunlara yönelik dirler. Onların geçerliliğini ve geçersizliğini değerlendirmek bu tarihsel-toplumsal düşünce birikimi çerçevesinde mantık yolu yöntemiyle mümkündür. 

Bugün, insan bilimleri (humanities) diye tanımlanmakta olan bilim alanı aşağı yukarı düşünce sistemlerinin bu tarihsel süreci içerisinde oluşmuştur. Bu alanın merkezi disiplini, devlet teorisini de kapsayan genel anlamda siyaset bilimidir. Burada yüz yıllar içersinde çok çeşitli yöntemler, yorumlar, analiz yaklaşımları gelişmiş olsa bile, yinede ana unsurlar vardır. Bunlardan birisi kuşkusuz, devletin gelişiminde ve bu sürece eşitlik eden teorilerde konu edilen meşruiyet temasıdır. Meşruiyet kavramı bazında gelişen varsayımlar, uzun bir gelişim süreci içinde ve tarihsel gelişimler üzerine geliştirilen teoriler sonucu ortaya çıkmışlardır. Bunları gercekleştiren ve zaman içerisinde kalıcı kılan siyasi-toplumsal süreçler ve onlar üzerine tezler formüle eden düşünürler değer kazanmıştırlar, ki bu yüzden onlar kilit önem teşkil etmektedirler siyaset ve devlet disiplininde. Bu merkezi yaklaşımaların ayrıntılarına girmeye elbette burada gerek yoktur, burada faydalı olan daha ziyade, günümüzde yaşanan ‚anormal‘ gelişmelere ışık tutacak meşruiyet konusu ile ilgili bir unsurun altını çizilmektir: devlet meşruiyetinin temelinde yatan iddia, toplumsal ve siyasi düzen yapısını devlet gücünün belirlediyidir. Yani, halk bütünlüğünü temsilen (temsili demokrasi), siyasi yapının (devlet düzeni) niteliğini belirleyen unsurdur devlet. Devlet bu kendisinin yarattığı alanda varlığını sağlar. Bunu yapmakla, meşruiyet alanının niteliğinide belirler. Değişik bir ifadeyle, neyin meşru olacağını belirler ve bunu yapmakla, neyin ve hangi toplumsal-siyasal alanların ve unsurların meşruiyet kapsamına girmediğini de belirler. 

Devlet meşruiyet mantığının merkezinde bu iddia yatar. Bu açıdan bakıldığında, devletin belirlediği meşruiyet kapsamına itiraz eden siyasi güçler kapsamlı ve yoğun bir muhalif  yapı  oluştururlar. Bunun en uç noktası, legal alanı terk eden ve sistematik bi şekilde şiddet, yani terör yöntemleri uyulayanlardır, ki bunlar artık muhalif konumundan çıkmıştırlar ve böylece yasal alanın dışındadırlar. Ama yinede, amaçları sonsuza kadar illegal olmak değildir. Tam tersine, devletin belirlediği meşruiyet alanına girmek ve bu alanı kendi doğrultularında değiştirmek veya hatta bu meşruiyet alanını komple, yani devlet yapısının tümünü yok etmeyi veya değiştirmeyi amaçlarlar. Devletin onlara karşı geliştirdiği en önemli strateji, onlara meşruiyet imkanı tanımamaktır. Bunun somut sonuçlarından biri elbette, onları bir siyasi aktör olarak tanımamak ve onların bir siyasi aktör olarak hareket edip ve bu yönde bir pratik geliştirmelerini önlemek. Bu devlet meşruiyeti açısından kaçınılmaz bir yöntemdir, yani devletin kendine öz mantığına uygun olan stratejidir. 

Buradan yola çıkarak, devlet felsefesi geleneğinde bir sistematik yapı haline getirilmiş olan devlet mantığının temelini oluşturan bazı prensiplerin, Türkiyede gündemde olan referandum sürecinde iki hadise çerçevesinde hiçe sayıldığı, adeta feshedildiği netleşmektedir: Birinci olay, devlet yöneticilerinin ve onların siyasi yapısında ve mecrasında yer alan siyaset görevlilerinin, devletin vatandaşına sunduğu referandumda alacağı bir olası tavrın, yani „hayır“ tercihinin, bir terörist olma anlamına geldiği veya sonradan yumuşatılmış haliyle: terörist eylem ile eşit neticede olabileceği söylemleri idi. Bunların özellikle devlet yöneticilerinin ağzından duyulması, olağan siyasi dönemlerde kamuoyunda bir şok yaratacağı elbette beklenebilir. Ancak, bugünün Türkiyesinde toplumun yoğun polarize olmasından dolayı böyle bir ideolojik vaka bile olağan nitelik almakta. Netice olarak, ne şekil süreçler başlatır böyle devlet mantığını çiğneyen devlet politikası, bunu zaman gösterecektir. Sıradan bir popülizm ise, muhtemelen bir söylem olarak kalır ve unutulur. 

Devlet siyasi mantığı ile ilişkili ikinci konu ise siyasi pratik ve teori açısından daha büyük önem taşımaktadır. Evet ve hayır yarışında hükümet tarafından terör örgütlerinin referanduma yönelik tavırları söz konusu edilmiş ve onların hükümetin istediğinden farklı olduğu belirtilmiştir. Hükümet tarafından kastedilmek olan, seçmenlerin „hayır“ tavır aldıklarında, terörist örgütler ile aynı safta olacakları iddia edilmiştir. Burada yukarıda  belirtilen siyasi mantığın ihlali iki boyutludur: Bir yönden, devlet kendisinin düzenlediği ve vatandaşına referandum yöntemi ile sunduğu karar mekanizmasında terör niteliğinin olduğunu belirtmektedir. Ama burada daha çarpıcı olan ikinci boyuttur: Böyle bir denklem ile hükümet yönetimi elde edeceği kısa vadeli bir siyasi rant uğruna, bir A terörist örgütünü veya bir çok ABC terörist örgülerini bir siyasi aktör olarak lanse etmesi ve böylece onları büyük ihtimal arzuladıkları meşruiyet alanına çekmiş olması. Bu sonuç devlet mantığı açısından çarpıcıdır. Çünkü böylece devlet mantığına aykırı olan devlet politikası oluşturulmaktadır: legal yapının dışında bulunan bir yapıyı kendisinin yarattığı legal düzenin aktörü haline getirmektedir devlet kendi eliyle.  

Ülkenin en saygın kurumlarından biri olan ve Türkiye siyaseti analizleri ile özel bir konum kazanmış olan Ankara Siyasal’da görev yapan eleştirel ve aydınlatıcı bilim üreten bilim insanlarını devlet gücünü kullanarak bir çırpıda görevlerinden almak yerine, hükümet bu mevzuları onlara danışmış olsa, ‘Acaba daha faydalı olmaz mıydı?’ sorusu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır burada - yani devlet mantığı açısından. 

HABERE YORUM KAT