Ayıp bir Amsterdam gözlemi: Bu işte bir yanlışlık var!

Ayıp bir Amsterdam gözlemi: Bu işte bir yanlışlık var!

Hollanda da Türkiye kökenli göçün özgün renklerini taşıyan bir ülke. Bu ülkede yaşananları ve “bizimkileri” farklı bir gözle değerlendiren Yakup Karahan, iğneyi de çuvaldızı da önce kendimize batırmamızı istedi.

Unutulmaz Gırgır okulu mezunlarından ve uzun yıllardır Amsterdam'da yaşayan karikatürist Yakup Karahan, göç ve ırkçılık gözlemlerini aykırı bir bakışla masaya serdi, tartışmaya açtı. Karahan'ın değerlendirmeleri, yazılı ve çizgili halleriyle, şöyle: 

KÜLTÜR FARKLILIĞI 

Aynı ülkede, aynı şehirde, aynı sokakta, aynı apartmanda yaşayan, aynı gelir düzeyine sahip iki komşudan birinin yeryüzünde cenneti, diğerinin ise cehennemi yaşıyor olma durumuna, “kültür farklılığı” da diyebiliriz.

95485107-1fb6-4901-b4cc-1567ac8e67c5.jpg

Türk işçi göçü 1960 yılı ortalarında başladı. Avrupa’ya Türklerin, özellikle birinci kuşağın uyum sorunuyla iligili birçok bilgi, haber yorum yapıldı, paylaşıldı. Sonrasındaki dönemde ikinci kuşak ve dahi üçüncü, dördüncü kuşak gençler için “Kayıp Kuşak” ifadesi kullanıldı. 

Ben zaten burada bunu konuşmak istemiyorum. Çünkü benzer sorunları herkesin Türk olduğu yerlerde de iç göç nedeniyle yaşayabiliyoruz. Aslında bizler yıllarca “ırkçılık” ifadesi arkasında tembel ruhlarımızı gizledik. Canımız yapmak istemediğinde de ırkçılığı gerekçe göstererek işin kolayına kaçtık.

adb88482-02ab-467d-b61c-27bd79e7c257.jpg

İLK GELENLER

Birinci kuşakta durum şöyleydi: Öncelikle, Avrupa’ya ilk geldiklerinde karşılaştıkları insanlarda, geldikleri yer insanının özelliklerini aradılar. Bulamayınca hayal kırıklığıyla birbirlerine daha çok yaklaştılar. İstedikleri ilişkiyi, tadı, neşeyi bulamadıkça dilden de uzaklaştılar. Aslında kendi dillerini de iyi konuşamıyor, çok dar kelime dağarcığıyla konuşabiliyor, anlaşabiliyorlardı. Türkçe çook zengin bir dil olmasına rağmen Almancada duydukları birçok şeyin Türkçe karşılığını bilmediklerini fark ettiler. Dilde ve kültürde geri kalmanın oluşturduğu uyum sorununu, kültürel bir sorunu “ırkçılık, yabancılara karşı kötü muamele” olarak algılamaya başladılar.

b16c60ef-261b-4c1c-b777-e44be908563f.jpg

Bulundukları yerle barışık yaşamayı beceremeyince yanlarında getirdikleri ne varsa “kendilerine ait kültürleri” sanarak sahip çıkmaya başladılar. Avrupa’nın savaş sonrası farklı kültürlere sağladığı rahat ortam da bu paranoyaları iyice besledi. Kendilerine ait dernekler, vakıflar ve dini alanlarda doğruluk değeri olmasa da istedikleri şekilde düşünüp istedikleri şeylere inanmaya başladılar.

IRKÇILIK: VAR, AMA BAHANEMİZ

Başta dil bilgisi, kültüre uyum gibi birçok konuda çok geri olmalarına, iletişim kuramamanın kendilerinden kaynaklanmasına rağmen, kendilerinin “ırkçılık kurbanı” olduklarına inanmaya başladılar. Avrupa’da ırkçılığın olmadığını söyleyemem, ama bizim bildiğimiz anlamda, karikatürize ettiğimiz veya kendi kültürümüze uyarladığımız, kaba saldırgan bir ırkçılık değil bu.

yakup-karahan-bale.jpg

Aslında sosyal yaşamdan kendilerini geri çekip, içe kapanıp yaşamalarına rağmen yabancı oldukları için dışlandıklarına, ırkçılık mağduru olduklarına inanmaya başladılar. Çocuklarına ve torunlarına yaşadıkları birçok çıkmazı, “basit, anlamsız, boş” örneklerle aktarıp onları yaşadıkları yerlerde ırkçılığın var olduğuna inandırmayı başardılar. 

Çocuklarına, yaşadıkları travmaları, psikolojik çıkmazları “kültür” olarak aktardılar. Yeme alışkanlıklarını, davranış alışkanlıklarını, en önemlisi de düşünme alışkanlıklarını kültür olarak aktardılar.

MANGAL VE KEBAP KÜLTÜRÜ?

Şu anda Amsterdam başta olmak üzere birçok Avrupa şehrinde, ikinci, üçüncü, dördüncü kuşaktan Türkler parklarda mangal yakarak, sürekli pide ve kebap yiyerek yaşamakta. Hareketsizlikten çok kötü durumdaki bünyelerine rağmen spor yapan tığ gibi bir Amsterdamlı delikanlıyla alay edip, “para kazandığı halde yemeyi bilmemekle” suçluyorlar. 

Avrupa’da eğitim görmek elbette kolay değil ama “eğitim görmek” zaten hiçbir yerde kolay değil. Çocuklarına okumayı özendirmiyor, her kırık notu ırkçılık, ayrımcılık olarak algılıyorlar. “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?!” diyorlar ama Amsterdam’da, Amsterdam Üniversitesi olduğu halde okumuyorlar. 

Demem şu ki, elbette zorluklarımız haddinden fazla, ama bir Avrupalıyla -kağıt üzerinde de olsa- aynı haklara sahibiz. Bunlar bizim için önemli mi? Aklımıza hiçbir vakit kullanmayı getirmediğimiz bu haklarımızı kaybetmemek için mücadele eder miyiz?

Değilse kuşaklar boyu tembelliğimizi ırkçılık iddiasıyla gizler miyiz?

+49-AMSTERDAM

KAYNAK:  tersdergi.com

HABERE YORUM KAT
3 Yorum