Almanya 1945 öncesi askeri gücünü yeniden kazanmak mı istiyor? Dr. Gernot Lennert’le görüşme

Almanya 1945 öncesi askeri gücünü yeniden kazanmak mı istiyor? Dr. Gernot Lennert’le görüşme

Almanya’daki güçlü pasifizmin karakterini Alman tarihinin belirlediğine dikkat çeken Dr. Lennert’e göre, savaş karşıtı Alman toplumu bu pasifizmin bir başarısı. Ancak Alman yönetenlerinde 1945 öncesi askeri güce bir özlem var.

Almanya’da barış hareketi yeni sorulara yeni yanıtlar arıyor. Örneğin, Alman dış politikasının son zamanlarda gelişen silahlanma eğilimi, uluslararası silah satışındaki artış ve Alman Silahlı Kuvvetleri (Bundeswehr) ile Pasifik bölgesine asker gönderme girişimleri köklü bir dönüşüme mi karşılık geliyor?

“Alman Barış Örgütü ve Birleşik Savaş Karşıtları Derneği”nin (DFG-VK) Hessen Eyaleti Başkanı ve Rheinland-Pfalz Eyaleti Sorumlusu Dr. Gernot Lennert ile son aylarda savunma alanındaki gelişmeleri, Alman dış politikası, pasifizm, vicdanı ret ve savaş karşıtlığı üzerine görüşlerini aldık.

Alman barış hareketinin ve DFG-VK’nın “War Resisters’ International”dan daha farklı olduğuna dikkat çeken Dr. Lennert, Alman pasifizminin amacının Anglo-Sakson anlayıştaki gibi sadece savaş karşıtlığı olmadığını belirtti. Lennert, “War Resisters’ International”in İngilizlerin ve Fransızların yaklaşımı oluduğunu hatırlatarak, “Bu, adı gibi sadece aktüel olan herhangi bir savaşa karşı direnç gösterme hareketidir. Kavram olarak ordu,  devlet ve şiddet kavramlarına karşı değillerdir, gerekli bile gördükleri söylenebilir, biz pasifistler ise tümden orduya,  devletlerin dünyadaki tüm silahlanma ve şiddet faaliyetlerine karşıyız, bunların hepsini birden reddediyoruz. Savaş karşıtlığı ile pasifizm arasında çok derin bir anlayış farkı vardır” dedi. 

Türkiye’deki vicdani retçilerle Tayfun Gönül ve Osman Murat Ülke’den beri hep yakın ilişki içinde olduklarını ve onları desteklediklerini söyleyen Dr. Lennert, sorularımızı yanıtladı. 

- Dünyadaki bütün ordulara karşısınız...

GERNOT LENNERT - Evet, temelde dünyadaki tüm ordulara kökten karşıyım, reddediyorum, tabii ki Alman silahlı kuvvetlerini de. Eğer dünyanın başka yerinde yaşıyor olsaydım, o orduları da reddederdim. Alman silahlı kuvvetlerinin aktüel eylemleri için kendini savunduğu iddia ediliyor. Biliyoruz ki, askeri savunma taktikleri daima felaketle ve bütünsel bir  yıkımla son bulur. Son zamanlardaki  yürüttüğü savaş taktikleri ise dünyada hiçbir ülkeye ya da ulusa fayda getirmeyecek eylemlerdir. Savaşı yürütenlerin kendilerine bile fayda getirmeyecek faaliyetlerdir. 

ALMANYA’DA ASKERLİK YÜKÜMLÜLÜĞÜ

Afganistan örneğine bakalım ya da diğer ülkelerde yürütülen savaşlara: Oralara silah satarak ya da asker yollayarak Alman Silahlı  Kuvvetleri’nin toplumda bir ihtiyaca karşılık geldiği fikrini yaymak ve gelir kaynağı yaratmak için yapılan faaliyetlerdir bunlar. Dünyanın çeşitli yerlerindeki bu savaş faaliyetleri olmasa Alman Silahlı Kuvvetleri çoktan ömrünü doldurmuştu ya da toplumdaki mevcut değeri çok daha azalmış olurdu.

- Askerliğin kaldırılmadığını, bir yükümlülük olarak gündemdeki yerini koruduğunu ileri sürüyorsunuz. Bu süreçler burada nasıl işliyor, bilgi verebilir misiniz?

GERNOT LENNERT - Askerlik hizmeti Almanya’da tüm erkekler için zorunluluktur. Toplumda  yanlış bir anlayış var,  2011 yılında bu görevin kaldırıldığı söyleniyor. Bu bütünüyle yanlış bir bilgidir. 2011 yılında sadece  “mecburiyet” kaldırıldı. Hatta ismi bile hâlâ aynı: “Wehrpflicht”. Yani “savunma görevi, yükümlülüğü”. Tabii ki, bu terim propaganda faaliyetinin bir parçası olarak kullanılıyor hâlâ, sanki erkekler bu görevi yaparak devleti başka bir ülkeye ya da örgüte karşı  savunuyorlarmış gibi. Oysa terimin kendisi bile sorunlu ve propagandist. Alman askerleri 1871’den beri herhangi bir savaşta kendilerini savunmadı, aksine başka ülkelere açılan savaşlara katılımcı oldu. Meseleyi devlete  karşı bireyin duruşu ve özgürlükler bağlamında ele aldığımızda da gayet sorunlu.

Soruya  dönecek olursak: Askerlik görevi Almanya’da her an yeniden zorunlu hale getirilebilir, yasa  son derece açık: Askerlik hizmeti Almanya’da kaldırılmış değil, sadece belirsiz bir süreliğine donduruldu, bu tam da böyle  bilinmeli. Yeniden aktif olması Federal Meclis’teki çoğunluk oyuna bakar.

- Pasifizmin bugün Almanya’daki temsil ettiği motivasyon ve  hedefler zamanla değişti mi? 

GERNOT LENNERT - Temelde dünyanın her yerinde her türlü savaşa karşı durma faaliyetlerinin yanı sıra, olası savaşların çıkma sebeplerini ortadan kaldırma stratejilerinin tümü ana hedeflerimizdir. Burada değişen sadece güncel olarak yaşanan sorunların şeklidir: Mesela eskiden kamusal alanda askerlik hizmeti üzerine çok yoğun bir toplumsal tartışma zemini vardı, bugün artık bu zemin ortadan kalktı, eskisi gibi popüler bir konu değil. Uluslararası zeminde diğer ülkelerdeki tutuklu ya da serbest askerlik karşıtlarıyla dayanışma yine çok yakından takip ettiğimiz bir faaliyet alanımızdır. Ama bugünkü ana problemlerimiz, uluslararası silah ticareti ve nükleer silahlanmadır. Bizim bunlara karşı yürüttüğümüz faaliyetlerdir. 

Bugün ülkedeki gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2 oranının silahlanmaya ayrılması meselesi en fazla meşgul olduğumuz konudur. Bu inanılmaz yüksek bir rakamdır. Tabii ki, bunların yanı sıra savaş sebepleri ve onları ortadan kaldırma stratejileri çok geniş kapsamlı bir konudur. Irkçılık, milliyetçilik, ulusalcılık ve kapitalizmi savaşların genel sebebi olarak gördüğünüzde, bu sorunların hepsi ile tek tek ve farklı yöntemlerle  savaşmak zorundasınız. Hepsiyle aynı biçimde ve oranda, aynı anda  savaşamazsınız.

SAVAŞ KARŞITI ALMAN TOPLUMU

- Bugüne kadar DFG-VK hangi toplumsal hedeflerine ulaştı, hangileri için daha gidecek çok yol var? 

GERNOT LENNERT - Bu gayet zor bir soru, çünkü olası engellenen savaş faaliyetlerini saymak ya da protokolünü tutmak zor ya da imkânsızdır. Bunu ancak yaşayarak görebilirsiniz. Bizler savaşı ve  şiddetin her türlüsünü engellemeye uğraşıyor ve insan haklarını dünyanın her yerinde geçerli kılmaya çalışıyoruz. Mesela Almanya eskiden son derece savaşçı, kutuplaştırıcı, ırkçı ve şiddetin fazlaca desteklendiği bir toplumdu, bugün son derece barışçıl ve arabulucu bir noktaya geldi, burada bizim ve uluslararası toplumun yaptırımları ve katkısı yadsınamaz. Almanya diğer ülkelerle kıyaslandığında sayıca en fazla savaş karşıtının yaşadığı ülkedir, bu noktaya gelinmesinde de katkımız çoktur. 

Bütün bunlar hiçbir şekilde kendiliğinden olmadı. Yıllarca Alman pasifistler olarak bunun için uğraştık ve sonunda  gözle görülür bir başarı elde ettik. Bizler anca 1960’ların sonunda yığınsal bir taraftar kitlesi elde edebildik. Pasifizmin Almanya’da toplumsal harekete dönüşmesi daha dündür yani, çok eski değil. Çok şükür ki, toplumun büyük bir çoğunluğu uluslararası silah ticaretine tümden karşı ve artık hiçbir şekilde savaş istemiyor. Bu nedenle federal hükümetin uzak ülkelere asker gönderme sevdasına son derece şüpheci bakıyor ve sorunlu görüyor. Başka ülkelerle kıyaslandığında Alman toplumu daha az ırkçı, daha az ulusalcı ve daha az militarist bir  toplum oldu. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bütünüyle bu vasıflara ulaştı.

- Almanyanın son zamanlardaki yayılmacı askeri politikalarını ve Pasifike askeri birlik  gönderme yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz, özellikle silahlanma, drone (insansız hava aracı-İHA) kullanma ve satma politikalarını? Almanya bu değişen keskin askeri yaklaşımla neyi hedefliyor?

HEDEF, 1945 ÖNCESİ Mİ?

GERNOT LENNERT - Aslında bütün bu askeri gelişmeler ilk olarak 90’lı yıllarda Soğuk Savaş’ın bitimiyle başladı. O zamana kadar Alman ordusu etki alanı son derece sınırlı bir orduydu. Almanya ise müttefik devletler tarafından egemenliği birçok alanda sınırlandırılmış bir ülkeydi. Emperyalist hayallerini rafa kaldırmak zorunda olduğu yıllardı o yıllar. Bu  yaklaşımlar 90’lı yıllarda başlayan “İnsan hakları için dünyanın başka yerlerinde savaşabiliriz” propagandasıyla değişmeye başladı. 

Bu tabii ki, çok akıllıca bir propaganda yaklaşımıydı, ama inandırıcı değildi, çünkü devletler insan hakları için değil, sadece kendi çıkarları için savaşırlar. İnsan hakları burada bahane olarak kullanılıyordu. İlk başlarda Yeşiller Partisi barışçı bir parti olarak başladıysa da, sonradan parlamentoda bir şekilde ikna oldu ve Alman ordusu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk olarak Kosova Savaşı’na katıldı. Hatta ilk başlarda insanlar, Alman ordusunun oraya barış götürmek için ve tek seferlik gittiğine ikna edildi. Ama devamı başka şekilde geldi. Bugün Alman ordusu gayet yayılmacı bir savaş politikası izliyor. 

Bizler tabii ki, bu gelişmeleri o vakitler tahmin edebiliyorduk. Uyardık, hiçbir şekilde ciddiye dahi alınmadık, bunun bir başlangıç hamlesi olacağına emindik ve öyle de oldu. Her seferinde yapılan askeri hamlelerin “ufak bir girişim” olduğu söylendi, ama o ufak dedikleri girişimler sonradan birer “alışkanlığa” dönüştü ve bu hamlelerin şiddeti  daha da sertleşti. 

Bugünkü savaş politikası ise son derece  huzursuz edici bir savaş politikası ve pratiğidir. Aslına bakarsanız, tüm girişimlere karşı durmak için pasifist olmaya da lüzum yok, ülkesini seven herkesin dünyanın herhangi bir yerindeki savaşa kendi ülkesinin taraf olarak müdahalesine karşı durması son derece normal, aksini düşünmek anormal olmalıdır.

Alman hükümetleri kendi değerlerini test ettirmek ve artırmak için dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlara taraf olurlar, işte tam da bu sebeple “Savunma Bakanlığı” adı bile propaganda taktiği olarak kullanılır. Ona “Savaş Bakanlığı” denmez mesela, öyle derseniz taraftar toplayamazsınız, ama Savunma Bakanlığı dersiniz, sanki bir şeyi bir şeye karşı savunuyormuş gibi olursunuz. Bunların hepsi tek tek taktiktir, insanları savaşa ve  sonuçlarına katlanmaya ikna etme taktiği. 

Özetle: Savunma bakanının görevi savaşın gerekçelerini meşru göstermektir ya da savaş çıkarmaktır, savunma yapmak değil! En azından 2. Dünya Savaşı’na kadar bu bakanlığın adı gerçekten “Savaş Bakanlığı”ydı, bana göre en azından daha dürüstçe koyulmuş bir isimdi bu. Bugün ise aynı resmi görevi başka bir isim altında yapıyorlar: “Savunma Bakanlığı”.

Açık soruya gelecek olursak: Neden Pasifik’e asker gönderiyor, çünkü yeniden dünyada “büyük güç” (“Großmacht”) olarak varlığını sağlamlaştırmak istiyor. Bunun ise tek yolunun kendini askeri olarak var etmek ve uluslararası arenada büyük bir yer edinmek olduğunu varsayıyor. Biliyorsunuz, Alman ordusu 2. Dünya Savaşı’na kadar sayıca çok fazla askere sahip büyük bir ordu idi, 1945 ve 1990 arası ise müttefik devletler ve Amerika tarafından NATO’daki askeri gücü elinden alınmıştı. Sadece NATO askeri olarak var olma hakkına sahipti. Alman ordusunun kendisine ait bağımsız bir savaş politikası bile yoktu ve dünya güvenlik konseyindeki statüsü yerlerde sürünüyordu. İşte bugün bu resmi radikal olarak yeniden değiştirmek istiyor.

SAVAŞIN TÜRÜ DEĞİŞTİ

Çünkü savaş dendiğinde Almanya sadece “sınır koruma” anlayışına sahipti. Savaşın hayatta kalmak için bir ekonomik, siyasal yöntem olması fikri Almanların tanımadığı, Fransızlardan, Hollandalılardan ve Amerikalılardan sonradan öğrendiği bir türdür. Dünyanın başka yerinde, evden uzakta, ölmek zorunda kalınmadan gerçekleşen, başkalarına yaptırılan savaş deneyimi ve fikri 90'lı yıllardan sonra Afganistan, Somali ve Mali gibi örneklerle yeni yeni öğrenildi, deneyimlendi, işlediğine karar verildi. Siyasal elitler ise bugün Alman toplumunun büyük çoğunluğu savaşın her türüne karşı olduğu halde, iki büyük savaşı başlatıp ayağının altındaki zemini dahi kaybettiği halde, bu fikri yürürlüğe sokmak istiyorlar. Bu “büyük delilik” Alman siyasal elitlerinin en büyük rüyasıdır: Savaş başlatarak eski prestijli günlere yeniden kavuşmak. Yani dünyanın geri kalanına tek başına savaş açarak eski günlere kavuşma fikri delilik değil de nedir...

ALMANYA'DAKİ TÜRK VATANDAŞLARI 

- Federal Almanyanın son zamanlarda Pasifikte ya da dünyanın başka yerlerindeki yayılmacı askeri politikalarının Almanyadaki Türk toplumuna ve Türkiyeye nasıl yansımaları olur sizce?

GERNOT LENNERT - Bu biraz da Türkiye’nin kendisinde gerçekleşecek olan gelişmelere ve olaylara bağlı. Erdoğan yönetimindeki Türkiye kelimenin tam anlamıyla bir düşman haline geldi. Şekil olarak hâlâ NATO’da olmasına rağmen anlayış olarak bütünüyle NATO karşıtı politikalar yürütüyor. İdeolojik olarak da Batı’dan koptu, ülkeyi daha çok Müslüman Kardeşler düşünce yapısı ve İslamistler  yönetiyor, Batı’yı ise düşman olarak konumlandırmış görünüyor.  Şu ana kadar iki taraf da durumu orta yola sokmaya çalışıyor çünkü stratejik olarak iki tarafın da birbirine bağımlı olduğu noktalar var. Mesela NATO, mesela silah satışı.. Eğer Türkiye kendi “drone”larını üretme işini kotarabilirse, bu aralarındaki gerilimli duruma son verecek olan husus olur, çünkü hâlâ silah konusunda bağımlı.

Almanya’ya gelecek olursak: Almanya, Türkiye hakkındaki ılımlı politikalarını sürdürmeye devam edecek gibi duruyor, hem NATO’da kalma konusuna, hem de Erdoğan’ın zaman zaman yaptığı çıkışlara tahammül etmeye, köprüler kurmaya çalışıyor.

Almanya’daki Türkler meselelesi ise şöyle: Bu biraz da onların demokrasi anlayışlarına ve bundan ne beklediklerine bakar. Türk vatandaşları seçim zamanı bunu oylarıyla gösterecekler,  uzun yıllar buradaki Türkler Türkiye’nin Avrupa Birliği  hayalini çok desteklediler, ama bu istek eskisi kadar gerçekleşmesi kolay görünmüyor.

UFUK EVLA BOSTAN - MAİNZ

HABERE YORUM KAT