Alman mizahı ve Titanic dergisi: Yükselen geminin besili sahiplerine fırça mı?

Alman mizahı ve Titanic dergisi: Yükselen geminin besili sahiplerine fırça mı?

Alman mizahını şu sırada biri doğudan diğeri batıdan iki mütevazı dergi sürüklüyor. Titanic, Batı Almanya'nın muhalif dergisi olarak, yükselen gemi Almanya ve sahiplerine yönelik tepkileri özetleyen bir tarihe sahip. 

Alman mizahında neler var, neler yok? Bugün bir Alman mizahı var mı, elbette var da, ne kadar var? Alman mizahının Türk mizahıyla karşılaştırılması mümkün mü? Bu tür sorular üzerinde düşünmek koronavirüs Avrupa'yı ve Almanya'yı tamamen pençesine almadan önce mümkündü. Sonra biraz unutuldu. Hatırlatma zamanı gelmiş bulunuyor. Düşünelim. 

Karikatür alanında Avrupaʼnın önde gelen kurumlarından biri kabul edilen Frankfurt Karikatür Müzesi, bu yılın şubat ayına kadar süren sergiye paralel, Titanicʼin tüm kapaklarını ve iç bünyeden de bazı seçmeleri içeren pek kalın bir albüm yayımladı. 

Böylece Federal Almanyaʼnın bir tür gizli tarihi, kimilerine göre de gerçek tarihi tartışmaya açılmış oldu. En azından “görücüye çıktı”.

Bakış açısına bağlı... 

Aylık yayımlanan Titanic dergisinin şu sıralardaki baskı sayısı 100 bin civarında. Gerçek satış rakamının bunun çok altında olduğunu düşünmek gerekir. Dergi, pazar eğilimleri dikkate alınarak bir tahmin yapılırsa, en fazla 70-80 binlerde bir satışa ulaşıyor olmalı... Ülkenin en yaygın ikinci aylık mizah dergisi ve “Doğu Almanya” kökenli Eulenspiegel, bunun çok daha üzerinde bir satış rakamına sahip. Bu rakamlar Türkiye ile karşılaştırıldığında, daha doğrusu Türk mizahıyla karşılaştırıldığında, fazlasıyla mütevazı kalıyor. Titanic doğduğunda, Türkiyeʼdeki haftalık Gırgır dergisi yarım milyonu zorlayan bir satış rakamına sahipti. 

MİZAH DA DEĞİŞİYOR

Farklı yaşantılar, farklı gülmeceler mi diyeceğiz? 

Biraz, öyle.  

Sonuçta mizah, insanın en hayırsız evlatlarından biri. Mekânın, dolayısıyla hem soyut ve kurmaca bir kavram olarak zamanın hem de somut günlük yaşamın bir çocuğu. Onlar değiştiği anda, tüm etkisini yitiriyor. Mizah, doğduğu mekândan koparıldığında bütün aromasını yitiriyor, yavan, anlamsız bir tuhaflık halini alıyor. Bu “mekân”a, dilden tarih sızılarına, müzik ve renk algılarına kadar değen her türlü insani etkinlik dahildir. Bunlardan mizahı koparamıyoruz. Mekân tarih içinde sürekli değişiyor, dolayısıyla mizah da değişiyor. Ama değişerek, değiştirilerek devam ediyor. 

Frankfurtʼtaki sergiyle birlikte, hızla büyüyen emperyal bir gücün içinde boy veren eski bir entelektüel meydan okumanın, “düşünsel itirazın” tarihi, içeriden bir bakışla yeni kuşakların “tarassutuna” açılmış oldu. Öyle “alıcı gözle izlemeye kalkınca” da çok yıkıcı olmadığını saptamak kolaylaştı. İtiraz, özellikle de mizah çerçevesinde, sosyal demokrasinin izdüşümü olarak damgalanabilir: Radikal sloganlar atıp kapitalist demokrasiye fit olunmasını zorunlu bulanların çok sevdiği bir toprak, diyelim. 

Türkiye ve Türkçe gibi gerçekten gelişkin bir mizah dünyasından gelenler için şaşırtıcı özellikler içermiyor bu sergi ve genelde Titanic kapaklarından oluşan kitap. Fakat ille özetlemek gerekirse, “batan geminin malları” sergileniyormuş gibi bir havanın etkili olduğu söylenebilir. Titanicʼin yapıcıları ve seslendikleri kuşaklar, Almanya ve siyaset sınıfına, özellikle de din kurumuna “yamuk bakabiliyordu”. Sonuçta, ortada -“fake” veya samimi- bir itiraz ve bu itirazın albümleşmiş, sergileşmiş hali var. 

Ne kadar mı itiraz? Almanya ve Almanca içinden baktığımızda, bu itirazın pek de fazla abartılmamasını önerebiliyoruz. 

BATAN GEMİNİN “MALLARI”

“Mal” dedik: Buradaki mal ve/veya mallar, neresinden bakılırsa bakılsın, öncelikle geminin dümeninde duranları, yani sahiplerini imliyor. Egemen ekonomik ve siyasi elitler, mizahçıların hedefindedir. Bu, hep böyle. Bir ventil aslında. Titanicʼin macerasına baktığımızda, böyle bir perspektifle yola çıktıklarını ve hep bu doğrultuda hareket ettiklerini rahatça söyleyebiliriz. Ama egemenleri zayıflattıklarını söyleyebilir miyiz? Yani bir sonuç aldıklarını? 

Yoksa böyle bir sonuç için çırpınmıyorlar mıydı? Galiba, pek değil. O zaman, içlerini döküp, bir köşeye kusup mevcut düzenin birer dişlisi olmayı kabullendikleri ileri sürülebilir mi? O da değil. Yani yaşanan çarpıklıkları, haksızlıkları, adaletsizlikleri ve her türden eşitsizliği kabullenemeyen Titanicʼin eleştirel yaklaşımı, sistemi güçlendirmekten başka bir işe yaramış olabilir mi? Almanyaʼnın Titanic tarafından eleştiri bombardımanına tutulan toplumsal yapısı, özellikle de siyasal sistemi, 1989'da Avrupa'yı başdüşmanından temizlemedi mi? Dolayısıyla, mizahın eleştirilen Almanya'yı (“besili kaptanlarını”) güçlendirdiğini ileri sürmek, abartı sayılmamalıdır. Tarihsel gelişmeler bunu söyleme hakkı veriyor. Titanic'in eleştirdiği yapı, yaşlı kıtadakı köklü sol  deneyimleri adeta sıfırladı ve dünyanın önde gelen güçlerinden biri oldu. 

Altından kalkamadıkları bir yükün altına girmişti demek ki Frankfurtʼun bu ele avuca sığmaz mizahçıları.

40 YILLIK ÇABA

Öbür yakadan bakalım: Titanic, Federal Almanya denilen geminin ve onu yönetenlerin saygılı oldukları kurumları ısrarla kafaya alan, hatta aşağılayan, onları usturuplu ve yer yer de yaratıcı bir dille rezil etmeye çalışan, emekçi halkı ve başkaldıran aydıncıkları ise, tabii iğnelemeleri ihmal etmeksizin kendince koruyan aylık bir mizah dergisi. Tam 40 yıldır çıkıyor. Ama bugün de,  Gırgırʼla başlayıp, ki isteyen Marko Paşaʼya kadar çekebilir bu sınır çizgisini, Leman vs. ile gerileyen Türk mizahının en az yarım yüzyıl gerisinde görünüyor. 

Mizah karşılaştırılamaz, denebilir. Karşılaştırılamaz mı gerçekten? İşlevi, aldığı sonuçlar? 

Ne olursa olsun, ortada bir girişim var. Frankfurt merkezli ve her ay, azımsanmayacak bir okur kitlesinin para verip okuduğu bir dergi. Bunun, bizdeki bir dönem üç-beş yetenekli genç mizahçının çıkardığı, hatta haftalık çıkardığı dergi projelerinin ve dillerinin yanında görece renksiz, edepli, hatta amatör kaldığını söylemek mümkün. Özellikle derginin önde gelen birkaç karikatüristinin imzasını taşımayan çizgilerin, en fazla Gırgır'ın umut veren amatör çizerler sayfasındaki “çiçeği burnundakiler” arasında yer alabileceğini söylemeden geçmeyelim. Titanic, bizimkilerle karşılaştırıldığında, gerçekten de sönük. 

Her neyse, sonuçta, sadece Titanicʼin tarihiyle değil, Avrupaʼnın sahibi olmaya oynayan bir metropol demokrasisi ve onun siyasal-kültürel tarihiyle karşı karşıyayız. 

TİTANİC: ALMANYAʼNIN BİYOGRAFİSİ 

Titanic sergisi ve kitabı, hem kapitalist hem de sosyalist Almanyaların tarihine de uzanan bir derleme sayılabilir. Bir tür biyografi yani. Ancak, eğer doğru sorular sorularak bakılırsa, Almanya ve Almancanın saklı yerlerini açık etmeye yarayan bir biyografi bu. Milyonlarca küçük biyografiden oluşuyor. Almanya ve Alman insanının, tabii daha çok yönetici kurumların “parça pinçik” biyografileri: Siyaset sahnesi, popüler sanatlar, dönemin siyasi-ekonomik elitleri, hatta ve en çok da din kurumu ile bu kurumun memurları, bu biyografinin çevre kahramanları... Ama paramparça da olsa, gerçek Almanyaʼyı tanıyabilmek, hakkıyla bir değer yargısı edinmek için, Titanic ve benzeri mücadeleleri de masaya yatırmak ve yakından irdelemek şart. Bu mücadelelerin bir dökümünün yapılması da gerekiyor. 

Sözü geçen sergi ve albüm böyle bir döküm konusunda yardımcı olabilir. 

Bizdekilere göre pek mütevazı satış rakamlarına rağmen, Titanic son 40 yılda aydınları ve aydın adayı kuşakları yakından etkileyebilmişti.  Ama 82 milyonluk ve her gün daha hâlâ 13,5 milyon adet gazete basılan bir ülke için pek cılız bir rakam değil mi bu? 5 milyonu aşkın yüksekokul öğrencisinin bulunduğu bir ülkeden, Almanya'dan söz ediyoruz. 

Öyle. Titanicʼe paralel Türkçe mizahın muhalefet dozu, özellikle çizgi ve çizgiye içerilmiş esprinin yaratıcılığı, halkın bu denemelere yönelik ilgisi vs. çok anlamlı mesajlar içeriyor. Misal: 12 Eylülʼün hemen sonrasında bir ara yarım milyonluk bir satış rakamına ulaştığı söylenen Gırgır dergisi, gerçekten de Almanyaʼnın bu en ünlü mizah dergisini gölgede bırakacak bir canlılıktı. Bu arada Doğu Alman kökenli ve hâlâ yayımlanan Eulenspiegelʼin Titanicʼten daha bir yüksek satış rakamına sahip olduğunu bir kez daha yinelemiş olalım. 

“AĞIR ELEŞTİRİ” KARŞILAŞTIRMALARI

O zaman, yeri geldiği için, sorulabilir. Türkiyeʼde Gırgır için neden derli toplu ve gerçekten yüklü bir sergi veya sergiler yapılmadı? Dev boyutlarda ve kapsamlı albümlerin eşlik ettiği bir sergiden, böyle bir etkinliğin açacağı tartışmalardan söz ediyoruz. Türkiyeʼnin gizli tarihini okumak için böyle mizah dergilerine ihtiyaç olmadığı için mi? 

Belki. Sonuçta, mutlaka bir yanıt vermek zorunda değiliz. Çünkü bizim doldurmak zorunda olduğumuz bir boşluk değil bu. 

Fakat şunu açıkça söylemeliyiz: Titanicʼin siyaset dünyasına, başbakanlara, bakanlara, cumhurbaşkanlarına, hatta Katolik kilisesinin en büyüğüne, Papaʼya yönelik açık saldırıları, ki bunları sadece “eleştiri” gibi “masum” bir fiille karşılamak zordur, AKP Türkiyesiʼnde yapılsa, ortada ne dergi, ne yazar ne de çizer kalırdı. Herkes AKP Türkiyesiʼnden nasibini alırdı. 

Ancak Türk mizahı, bütün bu tehditlere rağmen, yazısıyla çizgisiyle, ağır eleştiride Titanic ve hatta Charlie Hebdo gibi markaların gerisinde kalmış değildir. Tam tersine: Türkçedeki mizah ağır bedeller ödeyebilmiştir. Fakat Gırgırʼın tarihi yazılıp sert tartışmalara, cepheleşmelere konu olmadıkça ve yeni aydın kavgalarına kapılar açılmadıkça, bir dönem dünyaya parmak ısırtan tiraj başarılarına rağmen canlı Türk mizahının büyük bir anlamı olmaz. Gırgır ve takipçilerinin, 70'lerde yükselen Türkiye solunun devasa dalgalrında “sörf yaptığını” da eklemek gerekir. Türkçedeki mizah yayıncılığı, yaşadığı büyük gerilemeyi Türk solunun yaşadığı gerilemeye borçludur. Böyle bir paralellik kurma hakkımız var. 

Tarihi ve güncelliği yazılmadıkça, hatta bu konu cephe savaşlarına sahne olmadıkça, mizaha da “liberal kir” müdahale edecek ve hatta bu alanı dolduracaktır. Mizah, liberal rehavetin açtığı kapılardan özgürleşmeye değil, dinin ve milliyetçi-şoven bayağılıkların egemen olduğu bir bataklığa düşer. Bunu fark etmek ise gerçekten zordur. 

1989: MUZ NİYETİNE SOYULMUŞ HIYAR

Mizahın gücü yine de her yerde: Örneğin Berlin Duvarı yıkıldığında Titanicʼin o unutulmaz kapağı kadar gelişmeleri özetleyen bir saptama yoktu. Zaten gerek serginin gerekse sergiye eşlik eden albümün kapağında, elinde “muz niyetine” soyulmuş hıyarla “mutlu-mesut” poz veren, pek de gelişkin bir izlenim bırakmayan kadın yer almaktadır. Bütün bir 1989ʼu bu kurgulanmış enstantanenin ışığında özetlemek mümkün. Ama böyle hızlı bir özetten de, gelişkin bir insan malzemesi çıkarmak zordur. Tersine, acı gerçek, halkın bir tüketici hezeyanıyla kamucu sistemleri rahatça yıkabildiğidir. Ama Titanic, tam da bunu özetleyebildiği için bile olsa, tebrik edilmeli değil midir? 

Titanic, 1979 aralık ayındaki ilk sayısında soldan seslendiğini yarı şaka yarı ciddi ilan ediyor. Zamanın ruhuna henüz sol egemendir: “Nieder mit der Macht des Kapitals!” (Kahrolsun sermaye iktidarı!). Aynı yerde, yine yarı şaka yarı ciddi, mizah silahıyla çok ülkeli dev şirketlerle savaşmaktan (“Mit der Waffe der Satire die Multis bekämpfen!”) söz ediliyor. Emperyalizme karşı eleştirel aklı koz olarak kullanmayı, kötü, hem de çok kötü olmayı (“Böse, oh sehr böse sein”) öneren bu dergi Komünistler Birliği (Kommunistischer Bund-KB) kadar işverenler birliğine de seslenmekte ve açık sol sinyaller yaymayı gerekli görmektedir. Çıkışı, böyle. 

Politikacılara ve Papaʼya acımasızca saldıran, kiliselerin gerici rolüne ateist bir ruh haliyle dikkat çeken, dinbazlığın her türünü rezil etmeye yeminli bir çevrenin ürünü Titanic. Dinciliğin yaydığı irrasyonalizmi mizahi bir irrasyonalizmle (“Çivi çiviyi söker!”) göğüsleyip rasyonalizm ekmeye çalışıyordu, diyebiliriz. 

Sergi ve albüm, böyle. 

YENİ KAPILAR AÇMAK

Burada yıllara ve Titanicʼin sayfalarına serpiştirilmiş görüntülerini de sergilediğimiz böyle bir mizahın tarihini yazmaya kalkmak, o faslı kapatmayı değil, tersine, yapılmış mizahın (toplumun) eleştirilmesine yeni kapılar açmak, dili ve aklı zenginleştirmeyi veya keskinleştirmeyi hedeflemek anlamına gelmez mi? Öyledir tabii.

Batan geminin “malları” her yerde böyle değildir. Tekrar vurgulamak gerekebilir. Sonuçta, her dilin mizahı, aynı etkiyle tercüme edilemeyecek özgünlükler içerir. Ama bu “mallarla” dalga geçmek ve yüzlerdeki maskeleri indirmek için mizah her dilde en önemli bir olanaktır. 40 yıl sadece kendisiyle değil, iki toplumun, yani kapitalist ve sosyalist Almanyaların egemenleriyle ve sıradan insanlarıyla dalga geçmiş, herkesi zaman zaman “edep sınırlarını aşarak” eleştirmiş bir dergi bu. Kökünden farklı bir sistem arayışına yaslanan arayışların değil, “galiz” ifadelere, görüntülere rağmen haddini bilen itirazların ve eleştirilerin sahnelendiği bir ortaklık da diyebiliriz. 

Mizah, sonuçta yerleşik sistemi güçlendiren, abartılı bir eleştiri mekanizması da sayılabilir. Bu eleştiriden, kamusal mülkiyet ve merkezi planlama rejimine, böyle bir sistemin insan harcına geçiş temrinleri çıkarmak mümkün değildir. 

Bu gerçekten ilginç sergi ve albüm, Alman mizahındaki özgün Frankfurt Okuluʼnun yaratılarını bir araya getirdiği için önemli değil sadece. Titanic, Türkçenin içerdiği mizah, o mizahın tarihine gösterilen ilgisizliği açığa çıkarmış sayılabileceği için de önemli. Tekrar: Türkçede Gırgır, Leman ve takipçileri için benzer bir etkinliğe rastlayan var mı? 

Sonuçta, ne kadar Almanya, o kadar Titanic! Bu rasyonalizm arayışında Türkçe mizahın oynayacağı rol, önemlidir. Türkçe mizah, Almancada nasıl bir işleve, izdüşümüne sahip acaba? Türkçeli genç kabarecilerin son 20 yılda ünlü Alman kabaresine yeni soluklar taşıyan enerjisini görmeyelim mi? Titanicʼin Frankfurtʼtaki sergisi ve albüm, bunu düşünmek zorunda bırakmıştı “bizim gibileri”. Peşini bırakma lüksümüz yok. 

OSMAN ÇUTSAY                 

 

HABERE YORUM KAT