Aile izniyle kaçırılan çocuklar: Vahşi doğada ıslah mı, sessiz işkence mi?

Aile izniyle kaçırılan çocuklar: Vahşi doğada ıslah mı, sessiz işkence mi?
Amerika'da aile izniyle çocuklar vahşi doğa kamplarına gönderiliyor. Rehabilitasyon mu, sistematik travma mı? Wilderness Therapy programlarının karanlık yüzü ve Almanya-Türkiye'deki durumu...

ABD’de “problemli” gençleri medeniyetten uzak ormanlarda ve çöllerde zorlu kamplara sokarak rehabilite etme fikri, yarım asırlık geçmişiyle tartışmalı bir sektör haline geldi.

Vahşi doğa terapisi olarak bilinen bu programlar, doğanın dönüştürücü gücüne inananlarca savunuluyor. Ancak çocuk hakları savunucuları ve uzmanlar, sert “doğaya dönüş” kamplarının istismara açık yöntemler barındırdığını ve bilimsel temelden yoksun olabileceğini vurguluyor.

Peki bu kampların tarihçesi ne, gençler bu süreçte neler yaşıyor, ve etik açıdan hangi soruları gündeme getiriyor? Almanya ve Türkiye gibi ülkelerde bu uygulamalara nasıl bakılıyor?

wlongh1r2gq91-1.webp
Kaynak: Reddit

ABD'deki vahşi doğa terapisi kampları genellikle medeniyetten uzakta, ormanlık veya çöl gibi ıssız bölgelerde kuruluyor. Bu izolasyon, doğanın içinde sade bir yaşamla gençlerin sorunlarından “arınmasını” hedefliyor. Ancak bu ortamlar, sert koşullarıyla zaman zaman tartışmalara da neden oluyor.

ABD’de vahşi doğa terapisinin doğuşu ve yükselişi

the-only-photo-i-have-v0-qkwskqk3qire1.webp
Kaynak: Reddit

“Wilderness therapy” (vahşi doğa terapisi) kavramı, kökenini 1940’larda Alman eğitimci Kurt Hahn’ın başlattığı Outward Bound adlı açık hava eğitim programlarından alıyor. Hahn, öğrencilerin zorlu doğa koşullarında sınanarak karakter, özsaygı ve liderlik becerilerini geliştirebileceğine inanıyordu. Bu deneyimsel öğrenim yaklaşımı 1960’larda ABD’ye taşındı ve 1970’lerin başında bazı ruh sağlığı profesyonelleri tarafından davranış sorunları yaşayan gençler için uyarlanarak terapötik bir forma dönüştürüldü.

Modern anlamda ilk vahşi doğa terapisi programlarının 1960’ların sonunda ABD'nin Utah eyaletinde filizlendiği kabul edilir. 1960’larda Brigham Young Üniversitesi’nde (BYU) bir grup eğitimci, akademide başarısız olan öğrencileri kurtarmak amacıyla “Youth Leadership 480” adlı sıra dışı bir ders geliştirdi. Bu dersi veren BYU öğrencisi Larry Dean Olsen, gençleri Utah çölünde bir aylık hayatta kalma yürüyüşlerine götürerek onlara doğada yaşam becerileri kazandırıyordu. Program o kadar etkili bulundu ki, kısa süre sonra bölgedeki hâkimler ve yetkililer suça sürüklenen çocukları ıslah etmek için benzer kamplar fikrine yöneldi. Olsen’in birlikte çalıştığı bazı kişiler ise bu modeli özel sektöre taşıyarak ilk ticari vahşi doğa kamplarını kurdular.

found-some-old-photos-v0-97kik6x4045e1.webpKaynak: Reddit

Özel sektör paraya para demedi

1970’ler ve 1980’ler boyunca özellikle ABD’nin batı eyaletlerinde vahşi doğa terapisi programlarının sayısı hızla arttı. Geniş doğal alanlara ve gevşek düzenlemelere sahip olması nedeniyle Utah, bu endüstrinin merkezi haline geldi. Zamanla ülkenin güneybatısındaki çöl ve dağlık bölgelerde çok sayıda kamp faaliyete geçti. Sektör öylesine büyüdü ki, ABD genelinde “sorunlu genç” pazarına hitap eden 5.000’den fazla farklı program türedi; bunlar arasında yatılı terapi okulları, kampüs içi rehabilitasyon merkezleri ve vahşi doğa kampları bulunuyor. Bu kampların büyük kısmı özel işletmeler olup, devlet denetiminin oldukça sınırlı olduğu bir alanda faaliyet gösteriyor. Aileler çoğu kez internetteki parlak vaatlere kanarak, bilimsel verilerle desteklenmemiş iddialara inanmak zorunda kalıyor.

Vahşi doğa terapisi sektörünün önemli dönüm noktalarından biri, 1988’de Arizona’da kurulan Anasazi Foundation programıdır. BYU’daki öncü çalışmalarıyla endüstrinin doğuşuna ilham veren Larry Dean Olsen, Meksika kökenli öğrencisi Ezekiel Sanchez ile birlikte "Anasazi" adlı kampı hayata geçirmiş ve sektöre adeta “altın standart” sayılan bir model sunmuştu. Bu program, Yerli Amerikan kültürlerinden esintiler taşıyan “topluluk” odaklı bir felsefe benimsedi ve ailenin de tedavi sürecine katılımını şart koştu. Anasazi, yıllar içinde daha insancıl ve eğitim ağırlıklı yaklaşımıyla diğer sert kamplardan ayrışarak olumlu örnek gösterilse de, genel olarak endüstri çapında benimsenen standartların dışarıdan denetimi uzun süre eksik kaldı.

Kamp hayatı: Gençler vahşi doğada neler yaşıyor?

Tipik bir vahşi doğa terapisi programında gençler, şehir hayatının tüm konfor ve alışkanlıklarından koparılarak bir grup akranıyla orman, çöl ya da dağlık bir arazide haftalarca yaşamaya mecbur edilir. Programlar genellikle 6 ile 12 hafta sürer ve bu süre zarfında ergenler rehberler eşliğinde uzun mesafeler yürür, ilkel koşullarda kamp kurar, ateş yakar, kendi barınaklarını inşa eder ve basit erzakla beslenir. Amaç, doğanın zorluğunu bir eğitim aracı olarak kullanıp gencin davranışlarında kalıcı bir dönüşüm sağlamaktır.

Kamptaki günlük rutin, sıradan bir izcilik kampından çok daha meşakkatli olabilir. Sabahın erken saatlerinde kalkıp kamp toplanır ve grup gün boyu belirlenen istikamete doğru yürüyüşe geçer. Her genç, 15–20 kiloyu bulabilen erzak ve ekipman çantalarını sırtında taşır. Utah Çölü’nde bir programa katılan Rowan B. isimli genç, ilk gün 40 derecelik kavurucu sıcakta 10 kilometreye yakın yürüdüklerini, ağır sırt çantasının omuzlarını yaraladığını ve sürekli susuzluk ve bitkinlik hissiyle boğuştuğunu anlatıyor.

dark-forest-2.jpeg
Kaynak:arkansasadvocate

Katı kurallar

Kamplarda yemekler son derece basit ve kontrollüdür: Haftada sadece birkaç konserve ton balığı, biraz pirinç ve su ile idare etmeleri istenir. Hijyen koşulları da oldukça ilkeldir, gençler haftalarca duş alamaz, tuvalet ihtiyaçlarını da gömmek zorundadılar.

Zorluklar sadece fiziksel değildir. Birçok genç, bu kamplarda psikolojik baskı ve katı disiplin kurallarıyla da karşılaşır. Örneğin Rowan, gece kaçmasın diye uyku tulumunun üzerine branda çekilip etrafına su dolu bidonlar dizildiğini, kımıldasa hemen fark edildiğini söylüyor. Kimi zaman panik ataklar ve bunaltıyla başa çıkamayan gençler eski baş etme yöntemlerine döner. Rowan, kampta çaresizlik içinde kendine zarar vermeye kalkıştığında görevlilerin onu çok sert bir fiziki müdahaleyle engellediğini, ellerini büküp bileklerini incitecek şekilde kelepçelediklerini ifade ediyor. “Personel, bunu yaparken sürekli ‘özür dilerim ama başka çarem yok’ diyordu” diye hatırlıyor. Bir başka katılımcı Sarah Stusek ise gece yatağından habersiz alınarak Montana’da bir kampa götürüldüğünde adeta kaçırılma duygusu yaşadığını, aylarca çadırlarda kalıp odun ateşinde yemek yaparak medeniyetten izole edildiğini anlatıyor. Bu tür deneyimler sonucunda bazı gençler, kampı terk ettikten sonra dahi uzun süre travma sonrası stres belirtileri yaşadıklarını dile getiriyor.

pixme-metin-icine4-1.webp
Kaynak:imgur

Elbette her program aynı sertlikte değil. Anasazi gibi bazı kamplar, gençlere bireysel sorumluluk kazandırırken aileleriyle de iletişim kurmalarını sağlayan daha terapötik bir atmosfer sunmaya çalışıyor. Örneğin Anasazi kampına madde kullanımı nedeniyle gönderilen Ian adlı genç, haftalarca doğada temel yaşam becerileri kazanırken ailesi de eşzamanlı olarak terapi seanslarına katılmış. Baba Brian Hawkins, “Biz değişmezsek çocuğumuzdaki değişim kalıcı olmayacak. Bir başkasının sadece çocuğumuzu ‘tamir etmesini’ bekleyemeyiz; evde bizlerin de dönüşmesi gerekiyor” diyerek ailenin de sürece dahil olmasının önemini vurguluyor. Nitekim bu program sonunda Ian’ın uyuşturucu bağımlılığından kurtulduğu ve ailesiyle iletişiminin düzeldiği belirtiliyor.

Başarı oranı tartışmalı

Vahşi doğa terapileri, destekleyenlere göre mucizevi dönüşüm hikâyeleri yaratabiliyor. Zorlu doğa koşullarında konfor alanından çıkan gençlerin özsaygı kazandığı, ekip çalışması öğrendiği ve kötü alışkanlıklardan uzaklaştığı iddia ediliyor. Bu alanda yapılmış bazı akademik çalışmalar, programların kısa vadede ergenlerin davranış sorunlarında iyileşme sağladığını rapor ediyor. Örneğin Outdoor Behavioral Healthcare Center tarafından akredite edilen kamplarda, standart programlara kıyasla tedavi çıktılarının %424 oranında daha iyi olduğunu bildiren bir araştırma dikkat çekmişti. Bu iyileşme oranının tam olarak nasıl hesaplandığı tartışılsa da, en azından belirli kalite standartlarına uyan kampların daha olumlu sonuçlar verebildiği öne sürülüyor.

Katılımcı gençler ve ailelerinden gelen bazı anlatılar da olumlu. Kimi ebeveynler “evde baş edemediğimiz çocuğumuz kamptan bambaşka biri olarak döndü” diyerek memnuniyetlerini dile getiriyor. Özellikle teknoloji ve uyuşturucu bağımlılığı gibi sorunlarda, doğada sade bir yaşam deneyiminin gence farkındalık kazandırdığına inanılıyor. Birçok program, gençlerin sorumluluk alma, takım olma, hedef koyma gibi beceriler edinerek döndüğünü iddia ediyor.

Ancak öte yandan, bu kampların uzun vadeli etkileri belirsizliğini koruyor. Eleştirmenler, kamptan dönen gencin aynı çevreye ve sorunlara geri döndüğünde yeniden eski davranışlarına dönme riskinin yüksek olduğunu söylüyor. Nitekim bazı gençler, ardı ardına birden fazla kampa veya yatılı programa gönderiliyor – ABD’de bu sektör içinde bir gencin arka arkaya farklı programlara “turist” gibi dolaştırılması alışılmadık değil. Bu durum, kalıcı çözüm sağlanamadığının bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Ayrıca kampların etkinliğine dair bilimsel veri eksikliği de önemli bir mesele. Programlar genellikle onbinlerce dolar ücrete rağmen kontrollü akademik araştırmalara kapalı kalıyor. Sigorta şirketleri de, yeterince kanıtlanmış bir terapi yöntemi olmadığı gerekçesiyle bu kampların masraflarını karşılamakta isteksiz. Hal böyleyken, aileler evlerini ipotek ettirip çocuklarını bu kamplara göndermesine rağmen, elde ettikleri sonucun fiyata değip değmediği belirsiz kalıyor.

Çocuk hakları ve etik tartışmalar

Vahşi doğa terapisi programları, en yoğun eleştiriyi çocuk hakları savunucularından alıyor. Öncelikle, bu kamplara katılım çoğu zaman çocuğun rızasına dayanmıyor. ABD’de binlerce ergen, ebeveynlerinin imzasıyla yasal velayet hakları geçici olarak bu kamplara devredilerek adeta özgürlüklerinden feragat ettiriliyor. Gece yarısı uykusunda yatağından alınan, iki yabancı “transporter” eşliğinde uçağa bindirilen ve bilmediği bir arazide gözlerini açan gençlerin deneyimi, bir nevi travmatik kaçırılma hissi uyandırıyor. Hukuken aile izniyle yapıldığı için bu uygulama “yasal” sayılsa da, uzmanlar bunun çocuğun kişisel özgürlüğü ve katılım hakkı açısından son derece sakıncalı olduğuna dikkat çekiyor.

Bir diğer sorun, kampların denetimsizliği. Amerika Psikologlar Birliği (APA) üyesi bazı uzmanlar, bu alandaki programların büyük ölçüde özel sektör insafına bırakıldığını ve yeterli düzenlemeye tabi olmadığını belirtiyor. 2008 yılında ABD Hükümeti’ne bağlı Hesap Verebilirlik Ofisi (GAO) kapsamlı bir rapor yayınlayarak, kâr amacı güden gençlik terapi kamplarında istismar, ihmal ve aldatıcı pazarlama uygulamalarına dair ciddi bulgular ortaya koydu. Rapora göre, farklı eyaletlerdeki birçok kampta çocuklar fiziksel ve psikolojik kötü muameleye maruz kalmış, bazıları ihmalkârlık nedeniyle hayatını kaybetmişti. Örneğin Teksas’ta bir vahşi doğa kampında 14 yaşındaki bir çocuğun, zorla uzun mesafe yürüyüşe çıkarıldıktan sonra kalp krizi geçirip öldüğü belgelendi. Bu olaylar, federal düzeyde yasal düzenleme eksikliğinin gençleri nasıl tehlikeye attığını gözler önüne serdi.

Nitekim 1990’lardan bu yana çeşitli vahşi doğa kamplarında meydana gelen ölümler medyada geniş yankı buldu. En bilinen vakalardan biri, 1994’te 16 yaşındaki Aaron Bacon’ın Utah çölündeki bir programda trajik biçimde hayatını kaybetmesidir. Bacon’ın günlerce aç bırakıldığı, bitkin düştüğü halde görevlilerin “numara yapıyorsun” diyerek şikâyetlerini önemsemediği ve 19 yaşındaki tecrübesiz bir eğitmenin ihmali sonucu öldüğü ortaya çıkmıştır. Bu olay sonrasında Utah eyaleti, kamplarda içme suyu ve kalori standartları getiren özel düzenlemeler yapan ilk eyaletlerden biri oldu. Ancak ABD genelinde bakıldığında, sadece birkaç eyalet bu tür programlara dair yasal kriterler belirlemiştir. Çoğu eyalette vahşi doğa terapisi kampları hâlâ ulusal bir standart veya denetim olmaksızın faaliyet göstermektedir.

Çocuk hakları sözleşmesine aykırı

Düzenleme boşlukları, kötü niyetli işletmelere zemin hazırlayabiliyor. Bir eyalette hakkında soruşturma açılan veya lisansı iptal edilen bir kampın, başka bir eyalette ismini değiştirip kaldığı yerden devam edebildiği bildiriliyor. Federal denetimin yokluğu, sektörde adeta bir köşe kapmaca oyununa yol açmış durumda. Bu nedenle birçok çocuk hakları savunucusu, vahşi doğa terapisi sektörüne insan hakları odaklı bir yaklaşım getirilmesini talep ediyor. Özellikle çocukların rızası olmadan alıkonulması, ağır doğa koşullarında zorlanması, yeterli tıbbi ve psikolojik desteğin sağlanmaması gibi uygulamalar, uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine aykırı olarak değerlendiriliyor.

Konunun bir başka boyutu da personel yeterliliği. Pek çok vahşi doğa kampı, kendini terapi programı olarak pazarlasa da aslında gençler vaktinin büyük bölümünü klinik eğitim almamış saha personeli ile geçirmektedir. Lisanslı psikolog ve terapist sayısı son derece az olup, gençlere rehberlik edenler genelde birkaç haftalık ilkyardım ve liderlik eğitimi almış genç maceracılardır. Uzmanlar, ciddi psikiyatrik sorunları olabilecek ergenlerin böylesine yetersiz eğitimli personelin ellerine bırakılmasının vahim sonuçlar doğurabileceğini vurguluyor. Nitekim bazı kamplarda personelin intihar girişimlerini veya sağlık şikâyetlerini doğru şekilde yönetememesi ciddi komplikasyonlara yol açmıştır.

Tüm bu etik endişeler ışığında, son yıllarda ABD’de “Breaking Code Silence” gibi hareketler ve ünlü isimler sektöre karşı seslerini yükseltmeye başladı. Bir zamanlar bu kamplardan geçmiş olan genç yetişkinler, TikTok gibi platformlarda yaşadıkları travmaları anlatarak akranlarını ve aileleri uyarmaya çalışıyor. Ünlü televizyon yıldızı Paris Hilton da bir gençlik programında maruz kaldığı istismarı kamuoyuyla paylaşarak reform çağrısında bulundu. Tüm bu baskılar sonucu ABD’de kongre düzeyinde çeşitli tasarılar gündeme gelse de, Pollack ve arkadaşlarının 2014’teki kapsamlı analizinde belirttikleri üzere, yasal boşlukları kapatma girişimleri şu ana dek sürekli sonuçsuz kalmıştır.

Uzmanlar, vahşi doğa terapisi kavramının tamamen kötü olmamakla birlikte ciddi riskler barındırdığı konusunda hemfikir. Doğada terapi fikri belli durumlarda faydalı olabilir; ancak bu programların sıkı standartlar, şeffaflık, eğitimli kadro ve çocuğun haklarına saygı çerçevesinde yürütülmesi şart. Aksi takdirde “terapi” niyetiyle başlayan süreç, gencin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü tehlikeye atan bir istismar döngüsüne dönüşebiliyor.

Almanya’da vahşi doğa terapisi tartışmaları

ABD’de oldukça yaygın olan vahşi doğa kampları, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde ise daha temkinli ve sınırlı örneklerle gündeme gelmiştir. Ironik biçimde vahşi doğa eğitimlerinin fikir babası Kurt Hahn Alman olmasına rağmen, Almanya bu tür “sert” gençlik terapilerine mesafeli durmayı tercih etmiştir. Yine de özellikle 2000’li yıllarda bazı girişimler ve tartışmalar yaşanmıştı.

Almanya’da sorunlu gençlerin doğa koşullarında disipline edilmesine yönelik en dikkat çeken uygulamalardan biri, gençleri yurt dışındaki ücra bölgelere gönderen projelerdir. 2008 yılında Hessen eyaletinde gençlik dairesi, şiddete eğilimli 16 yaşındaki bir genci Sibirya’daki bir orman kampına yollayarak dokuz ay boyunca ilkel koşullarda yaşatmıştır. Gencin su tesisatı olmayan bir kulübede kaldığı, tuvaletini bile kendi kazıp yapmak zorunda kaldığı, ısınmak için odun kesip kendi ateşini yaktığı bu uygulama Almanya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Yetkililer bunun “ceza değil, son çare olarak başvurulan bir deneyimsel eğitim” olduğunu savunup gencin uyaranlardan uzak, sade bir yaşamla yola geleceğini umduklarını belirtse de, birçok kişi bu yöntemi eleştirdi. Nitekim yetkililer de bu Sibirya kampının “istisnai bir vaka” olduğunu, benzerine sık rastlanmayacağını vurgulamışlardı.

Alman basını, gençleri ülke dışındaki ekstrem kamplara yollama fikrini “tartışmalı bir terbiye yöntemi” olarak niteledi. Geçmişte benzer projelerde istenmeyen olaylar yaşandığı hatırlatıldı: 2004’te Yunanistan’da böyle bir kamp esnasında 14 yaşındaki bir Alman gencin bakıcısını öldürdüğü, 2006’da Kırgızistan’da kampa gönderilen 17 yaşındaki bir başka gencin haftalarca ortadan kaybolduğu ortaya çıktı. Bu vakalar, “vahşi doğa terapisi” yaklaşımının yanlış uygulanması halinde hem gençler hem de çevreleri için ciddi tehlikeler yaratabileceğini gösterdi.

Yumuşak versiyonlar

Almanya içinde de daha yumuşatılmış versiyonlar denendi. Örneğin eski bir boksör olan Lothar Kannenberg, suç işlemiş veya suça meyilli gençler için boks ve sıkı fiziksel eğitim içeren bir “Erziehungscamp” (eğitim kampı) modeli geliştirdi. Hesse eyaletindeki bu kampta gençler spor ve disiplin yoluyla rehabilite edilmeye çalışıldı ve bir dönem yetkililerin desteğini aldı. Ancak bu tür kampların başarısı sınırlı kaldığı gibi, katı fiziksel eğitim yöntemleri de eleştirildi. Alman Gençlik Dairesi içinde, sorunlu gençlere yönelik çözümlerde şiddetsiz iletişim ve terapi yöntemlerinin öncelikli olması gerektiğini savunan geniş bir kesim bulunuyor.

Vahşi doğa terapisi konsepti Almanya’da en fazla televizyon reality programları aracılığıyla gündeme geldi. 2007-2010 yılları arasında yayınlanan “Teenager außer Kontrolle – Letzter Ausweg Wilder Westen” (Kontrolden Çıkmış Gençler – Son Çare Vahşi Batı) adlı program, sorunlu Alman ergenlerini ABD’nin Oregon eyaletindeki bir vahşi doğa kampına göndererek onları düzeltmeye çalıştı. RTL televizyonunda yayınlanan ve psikolog Annegret Noble’ın liderlik ettiği bu program başlangıçta yüksek reyting alıp ilgi çekse de, basın tarafından ağır biçimde eleştirildi. Süddeutsche Zeitung gazetesinin bir televizyon eleştirisinde, RTL’in “psikolojik açıdan sakıncalı yöntemlerle gençleri yola getirmeye çalıştığı” belirtiliyor; örneğin programda ceza olarak gençlere ağır odun kütükleri taşıtılması gibi sahnelerin yer aldığı aktarılıyordu. Gazete, “özel televizyon kendini hayır kurumu gibi sunuyor ama aslında toplumsal sorunları istismar ederek reyting peşinde” diyerek formatın ikiyüzlülüğünü vurguladı. Nitekim birkaç sezonun ardından “Teenager außer Kontrolle” konsepti izleyici kaybederek yayından kalktı; geriye ise Alman kamuoyunda “problemli gençler” meselesinin şov malzemesi yapılmasının etik olmadığı tartışmaları kaldı.

Özetle, Almanya vahşi doğa terapisi fikrine tamamen kapalı olmasa da, bu yöntemi sistematik şekilde uygulamaya koymuş değil. Zor gençler için “Erlebnispädagogik” (yaşantısal pedagoji) adı altında doğa deneyimi içeren bazı projeler zaman zaman gündeme gelse de, bunlar çok sıkı denetlenen, vaka bazında uygulanan ve kamusal tartışmaya açık girişimler olarak kalıyor. Avrupa genelinde, ABD’deki tarzda ticarileşmiş ve denetimsiz özel kamplar görmek pek mümkün değil.

Türkiye’de durum: Vahşi doğa terapisi uygulanıyor mu?

Türkiye’de ABD tarzı vahşi doğa terapisi programları bugüne dek uygulanmış değil. “Zor gençleri” doğaya götürerek terbiye etme yaklaşımı, ne devlet kurumları ne de özel girişimler tarafından benimsenmiş görünüyor. Ülkemizde suça sürüklenen ya da davranış sorunu olan çocuklar için geleneksel yaklaşım, aile terapisi, rehberlik hizmetleri veya gerektiğinde ıslahevleri (rehabilitasyon merkezleri) gibi kapalı kurumlara yönlendirme şeklinde olagelmiştir. Doğada kamp yaptırarak rehabilitasyon, Türk gençlik politikalarında yer etmiş bir yöntem değildir.

Bunda kültürel ve yasal faktörler rol oynuyor. Türk hukuku ve çocuk koruma sistemi, çocuğun rızası hilafına zorla bir yere kapatılmasına çok sınırlı hallerde izin verir. Aile dahi olsa, bir çocuğu alıkoyup ıssız bir yere götürmek yasal olarak kaçırma sayılabilir. Dolayısıyla ABD’de görülen “veli izniyle özel şirketin çocuğu götürmesi” pratiği Türkiye’de hukuken mümkün değildir. Ayrıca Türk aile yapısında, çocuğu evden uzaklaştırmak yerine sorunlar üzerinde birlikte durma eğilimi baskındır. Bu nedenle, örneğin ergenlik bunalımı yaşayan bir genci dağ başındaki kampa yollamak çoğu aileye çekici gelmeyecektir.

Türkiye’de doğa terapisi kavramı ise farklı bir bağlamda tanınıyor. Son yıllarda psikoloji ve sosyal hizmet alanlarında ekoterapi, macera terapisi gibi kavramlar akademik olarak tartışılıyor. Bu yaklaşımlar, doğada vakit geçirmenin stres azaltıcı, özgüven artırıcı etkilerini ruh sağlığı uygulamalarına entegre etmeyi hedefliyor. Örneğin bazı terapi grupları ormanda yürüyüş, dağcılık, kampçılık gibi etkinlikleri psikoterapötik tekniklerle birleştiren seanslar düzenliyor. Ancak bunlar genellikle gönüllü katılıma dayalı, yetişkinlere yönelik veya genel ruh sağlığı iyileştirmeyi amaçlayan etkinlikler. Çocuklar veya sorunlu gençler özelinde, onları zorlu doğa koşullarına sokarak terbiye etmeye çalışan bir program bulunmuyor.

Geçmişte Türkiye’de askeri disiplin kampları veya izcilik eğitimleri gibi faaliyetler gençlere uygulanmış olsa da, bunlar hiçbir zaman terapötik bir çerçeve içinde sunulmadı. Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın düzenlediği gençlik kampları da daha çok kültürel ve sportif aktiviteler içeren, eğlence ve kişisel gelişim odaklı kamplardır; herhangi bir zorunlu rehabilitasyon unsuru barındırmaz. Dolayısıyla “vahşi doğa terapisi” konsepti, Türkiye’de şimdilik sadece akademik merak konusu ya da popüler kültürden duyulmuş bir olgu olarak kalmaktadır.

Yine de, ilerleyen yıllarda dünyada bu alanda yaşanan tartışmalar Türkiye’de de izlenmektedir. Çocuk hakları alanında çalışan uzmanlar, çeşitli ülkelerdeki uygulamalardan çıkarılan derslerin önemli olduğunu, Türkiye’de olası benzer girişimlerin en baştan etik ilkelere uygun tasarlanması gerektiğini belirtmektedir. Çocuğun üstün yararı, onarıcı adalet ve aileyle birlikte desteklenme prensipleri, herhangi bir müdahalede gözetilmesi gereken temel değerlerdir. Bu koşullar sağlanmadan “doğaya götürüp yola getirme” gibi kestirme çözümlere itibar edilmemesi gerektiği vurgulanıyor.

Belgesel bakışla bir değerlendirme

Yarım asırdır binlerce gencin hayatına dokunan vahşi doğa terapisi programları, sonuçları ve yöntemleriyle hem büyüleyici hem de ürkütücü bir tablo çiziyor. Bir yanda, modern hayatın karmaşasından uzakta doğanın kucağında kendiyle yüzleşen ve değişen gençlerin umut dolu hikâyeleri var. Diğer yanda ise denetimsizliğin ve aşırılığın kurbanı olmuş, travmalarla baş başa kalmış gençlerin karanlık anıları…

ABD’de başlayan bu akım, şimdilerde kendi yarattığı sorunlarla yüzleşiyor. “Zor sevgi” (tough love) sloganıyla savunulan sert yöntemler, çocuk hakları merceğinden geçirildiğinde ciddi soru işaretleri doğuruyor. Bugün gelinen noktada, vahşi doğa terapisi sektörü içeriden bir değişim baskısıyla karşı karşıya: Standartlar yükseltilmeli, şeffaflık sağlanmalı, başarısı kanıtlanmayan uygulamalardan vazgeçilmelidir. Aksi takdirde, her yeni skandal vaka, bu sektörün meşruiyetini biraz daha zedeleyecektir.

Avrupa’da ve Türkiye’de ise bu örnekten alınacak dersler var. Doğa, eğitim ve terapi için paha biçilmez bir kaynak olabilir; ancak doğanın iyileştirici gücünü kullanırken insan onurunu ve haklarını korumak şart. Belki ileride, vahşi doğa terapisi yöntemleri daha bilimsel temellere oturtulup çocuk dostu hale getirilirse, farklı ülkelerde kontrollü pilot uygulamalar görebiliriz. Fakat bugünün gerçeği, vahşi doğa terapilerinin ihtiyatla ele alınması gerektiğini gösteriyor.

Unutulmamalıdır ki, bir genci kazanmanın yolu, onu anlamaktan ve sorunlarının köküne inmekten geçer; ister bir psikolog ofisinde olsun, ister dağ başındaki bir çadırın içinde. Doğa, doğru kullanıldığında güçlü bir müttefik; suistimal edildiğinde ise sessiz bir tanık olabilir. Bu dengeyi sağlamak ise yetişkinlerin sorumluluğudur.

ARTI49