35 yıl önce: Bulgar “Modern Caz Topluluğu” Amerika’da

35 yıl önce: Bulgar “Modern Caz Topluluğu” Amerika’da

Amsterdam sakinlerinden, “Gırgır Üniversitesi” mezunu karikatürist-yazar Yakup Karahan, bu kez bizzat kahramanından dinlediği aşağıdaki muhteşem karşılaşmayı, kendisinden sonraki kuşaklar için “tarihe kaydetti”.

Ben her zaman müziği sevdim. İnşaat mühendisliği okudum. Mühendislik, fabrika müdürlüğü ve öğretmenlik yaptım. Ama asıl işim müzikleydi. Kendinizi yoklayın. Hep yapmak zorunda olduğunuz bir iş ve bunun yanı sıra yapmaktan mutluluk duyduğunuz başka bir iş vardır. Benim için mutluluk duyduğum iş “müzik”ti.

1980 öncesi, İstanbul’da DİSK’e bağlı müzik gruplarına halk dansları dersleri vererek çalışmalarıma başladım. Yurtdışına çıkınca da daha profesyonelce ilgilenme şansım oldu. Türk müziği, Türk halk dansları, geldiğim yıllarda Avrupa’da çok ilgi çekiyordu. Şimdiye kadar birçok öğrenci yetiştirdim. Hollanda, Almanya, Amerika, Tayvan gibi bir çok ülkede dersler verdim, bu ülkelerde çalıştırdığım müzik grupları oldu. Almanlara, Hollandalılara Türk davul ve zurnasını sevdirdim. Hatta Alman ve Hollandalı “davulcu zurnacı” elemanlarım oldu.    

VE SAZ, VE DAVUL, VE ZURNA... 

Arada dost davetlerinde saz, davul, bilemedin zurna çaldım. Türklerin Avrupa’ya gitmekle değişmediğine buralarda şahit oldum. Bazı zamanlar bu ortamlarda hal hatır için enstrüman çalarken, bana “Konyalı’yı çal ulaan!” diye bağırdıklarına şahit oldum. Hatta çok bilimsel araştırmalarım oldu. Atasözleri oluşturdum. Bir çiftin mutlu olup olmayacağını, evliliğinin yürüyüp yürümeyeceğini, hatta ne zaman ayrılacaklarını düzenledikleri eğlencelerde gördüm.

Türkler için biz müzikle uğraşan insanlar hâlâ “çalgıcı” olsak da Avrupalılar için önemli adamlarız. Hatta yaptıklarımız Avrupa sınırlarını da aşmakta. Bu sınır ötesi operasyonlardan biri adımın, yaptıklarımın duyulması sonucu 1985 yılında, Amerika’nın San Francisko şehrindeki bir müzik festivaline davet edilmemle başladı.

Özetle Avrupa’daki hemşehrilerimin “Konyalı’yı çaaal ulaaan!” lafına karşılık elin Amerikalısı, “Rica etsek gelip bizim ülkemizde Konyalı’yı çalar mısınız abi?” diyordu. Teklif hoşuma gitti. Avrupa’da yaşayıp müzikle uğraşan diğer arkadaşlarımla bir grup oluşturduk ve Amerika’ya hareket ettik. Dünyanın çeşitli ülkelerinden müzik grupları davet edilmiş, önemli bir festival. Gelen gruplar yaptıkları işte kendilerini kanıtlamış, ülkelerinde ve dünyada yer edinmiş müzik grupları.

BOŞLUK VARDI DOLDURDUK!

Türk halk danslarına örnekler vereceğiz. Bizden önceki grup yetişememiş. Bir saatlik boşluk var önümüzde. Yetkililer geldi, panik halinde “Bir şeyler yapabilmeniz mümkün mü? Biraz uzun tutabilirseniz sizi çıkaralım” dediler. Biz “Olur, n’oolcak ki, çalarız bir şeyler” dedik. 2 saate yakın çaldık, söyledik, oynadık. Onlara bu kadar uzun gelen süre bizim bildiklerimiz için daha başlangıçtı. Türkiye’nin her bir yöresinden örnekler verdik. Sahnede olduğumuzu unuttuk, coştuk da coştuk. Meğer bu durum pek önemliymiş. Birinci seçildik. Bununla da kalmadı, bize bir de uzun süre sahnede kaldığımız için performans plaketi verildi.

Bütün bu çalışmalar, gösteriler devam ederken beni mutlu eden olaylardan biri, dünyanın diğer ülkelerinden gelen müzisyenlerle, müzik grupları ile tanışma fırsatı bulmaktı. Bir çok grupla, müzisyenle uzun yıllar sürecek dostluklar kurduk. Birileri vardı, hiç unutamam. Dünyaca ünlü bir Bulgar modern caz grubu, dünyada önemli yerlere gelmişler.

Evet, Bulgar grup!..
Evet, modern caz yapıyorlar!..

VE İŞTE BİZİMKİLER

Grubun soyunma odası tam karşımızda. Gelip geçerken selam verir gibi kafalarımızı sallıyoruz ama İngilizce bilmediklerinden konuşma fırsatı olamıyor. Her geliş geçişte memleketimin insanını görmüşçesine kanım kaynıyor. Bana bir samimi geliyorlar. Boş bir zamanımda isimlerini araştırdım. Biri Salamon, biri Abraham, Papazov gibi isimler duydum. Diğerlerini de bilen yok. Bir iki karşılaşmadan sonra merakıma yenik düştüm ve odalarına daldım.

– Selamin aleyküm agalar, dedim.
– Ve aleykümselam beya!
– Siz nerelisiniz?
– Bulgarız beya! Geliriz Bulgar’dan…
– Türk olmayasınız?
– Doğrudur, biz Bulgar Türküyüz beya. Allaa senden razı olsun. Gel bak, bize de sen gibi biri lazım. Dil bilmeyiz, diş bilmeyiz.

Aslında gerçek adları farklı, Abraham (Ivo, İbo) Papazov gerçekte İbrahim Papazoğlu, Salamon da Süleyman… Hatırlayabildiğim kadarı ile bir diğeri Maarem aga (Muharrem), öteki Bektaş… Uzun uzun sohbetler ettik. Sohbetimizin en önemli noktası neden modern caz yaptıklarına dair sorduğum soru idi.

MODERN CAZ NE İŞ?

“Neden modern caz yapma gereği duydunuz?” dediğimde cevap olarak, “Abe n’aapcan evde çoluk çocuk ekmek bekler beyaa!” dediler.

Demek ki neymiş? Dünyaca ünlü bir modern caz grubu olsan dahi, eğer Türk kökenli isen, tek motivasyonun “Evde çoluk çocuk ekmek bekler beya!”nın ötesine geçmezmiş.

Bir süre sohbetten sonra doğaldır ki biz grupla iyice samimi olmaya başladık. Abraham ve Salamon “İbrayim abi ve Süleyman abi”, Muharrem de yaşı küçük olduğundan “la Maaarem” oluverdi. Sohbet ilerleyince sormaya cesaret edebildim. 

– Ya İbrayim abi, siz neden bizim Balkan, Trakya havalarından çalmazsınız?
– Çalarız beya, neden çalmayalım! Çalarız da, atar mı bu Amerikan gâvuru para?
– Attırcam ben beya! Merak etme sen!

Festival başarı ile sonuçlandı. Bütün gösteriler bitti, resepsiyona geçildi. Hanımlar beyler, önemli konuklar, gayet üst düzey bir ortam söz konusu. Yetkilerle görüşüp Bulgar grubu son bir gösteri için sahneye almalarını rica ettim. Her şey ayarlandı.

Bizimkiler sahneye çıktılar. İbrayim abi, klasik klarnet çalıyor. Hatırlayabildiğim kadarıyla da Sülüman abi akordeon, Maarem trompet, Bektaş perküsyon çalıyor. Sahnede Balkan oyun havaları başladı. Daha önce hiç dinlememiş olsanız dahi yerinizde duramazsınız, inanılmaz bir ritm.

ÇIKARDIM CEKETİ, ATLADIM SAHNEYE

Dedim ya; benim işim müzik, halk dansları. Birçok yöreyi bilir ve oynarım. Ceketi çıkardım, atladım sahneye; gösterdim bütün hünerlerimi. Döktüm oracıkta bütün kurtlarımı… Bunu gören Amerikalılar “Abe racon bu imiş” diye atladılar sahneye. Ortalık bir hareketlendi. İnanılır gibi değil. Amerikalı, Rus dünyanın neresinden katılan var ise hepsi Balkan-Türk oyun havalarında göbek atmakta. Tam anlamıyla bir “halkların kardeşliği…” 

Ben öyle oynuyorum ki, dersin Edirne’nin Küçükpazar’ından, Kıyık’tan bir Roman gibi. Verdim coşkuyu. Göbecikleri ata ata yaklaştım sahneye. Herkesin dikkatini çekecek şekilde, uzata uzata, göstere, göstere sahneye bir 10 dolar salladım. Bunu gören Amerikalılar “Vaaay ikinci racon da bu demek ki!” diyerek sahneye para atma sırası oluşturdular. Manzarayı unutabilmem mümkün değil. İbrayim abi, çalar bir yandan klarneti, bir yandan da göz ucuyla bakıverir dolarlara beya!..

(Hikâyeyi dinleyip aktaran kişi Yakup Karahan.)

+49-AMSTERDAM