"NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ?!"
Hiç kimse kusura bakmasın ama çağdaş tarihte böyle saçma sapan bir silah bırakma ve barış süreci görülmemiştir. Akli melekelerini ne ölçüde sağlıkla kullanılabildiği tartışılabilecek olan Devlet Bahçeli, üstelik Kürt meselesinde senelerce olabilecek en "saldırgan” siyasetleri savunmuş bir partinin lideri olarak inisiyatif alıyor, Abdullah Öcalan'ı Meclis'te konuşma yapmaya davet ediyor ve birkaç ay içinde bir müsamera havasında ilerleyin "süreç" sonunda 50 senelik örgüt – PKK – silah bırakıp kendisini fesh ettiğini açıklıyor...
Peki on binlerce Türk ve Kürt genci niçin öldü?
Yaşadığımız 50 yıllık acı sürecin sonunda ne gibi gelişmeler oldu da, silahlı mücadele yürüten, devasa bir uluslararası ağa sahip, kitle etkisi tartışılmaz olan PKK bir anda kendini yok edecek pimi çekti?
Bahçeli ve Öcalan’a aynı anda vahiy geldiği gibi metafizik bir izahatin yoksa bu topraklarda yaşayan milyonlarca insana, birilerinin çıkıp ne olduğunu izah etmesi gerekmez mi?
Çağdaş tarihteki benzer örneklerde hükümetler ile muhatap örgütler heyetler oluşturmuş, çeşitli düzeylerde kamuoyuna açılan görüşmeler yürütmüş, tartışmalar gerçekleşmiş ve yeni dönemler böylelikle hayata geçirilmiştir.
Bizde ise, bir adada tecrit altında tutulan örgüt lideriyle, AKP - MHP hükümeti, istihbarat elemanlarının karşılıklı "istişare ettiği" , araya karışan başka ülke istihbarat birimleri eşliğinde "pişirdiği" ve halka müsamere haliyle servis ettiği, saçma sapan bir süreçten bahsediyoruz.
Ancak.
Tekra sormak lazım: On binlerce Türk ve Kürt genci niye öldü ?
Daha açık olmak gerekirse...
Mevcut "süreç", önceden de belirttiğimiz üzere, bölgede, ABD - İsrail inisiyatifi ile açılan yeni dönemin ülkemizdeki tezahürüdür. Yerel dinamiklerin dışında gelişmiştir; başka deyişle, "yerli ve milli" değildir. ABD - İsrail, Rusya ile Ukrayna meselesi karşılığı anlaşarak, Suriye'nin başına HTŞ'yi "atamış" , Suriye'de Kürt nüfus bir çeşit federatif çerçeve içine alınmış, Türkiye'ye çözüm gömleği biçilmiştir.
Bütün bu seferberlik, "İran kuşatması" çerçevesinde ele alınmalıdır. Nitekim, ABD Başkanı Trump, ikinci başkanlık döneminin ilk dış gezisini Suudi Arabistan'dan başlatarak, dış siyaset önceliği konusunda net bir mesaj vermiştir. Malum, Suudi Arabistan bir süre önce Türkiye'de Kaşıkçı'nın cesedini parçalara ayırarak "duyurduğu" yeni doktrin ile beraber düşmanlık algısını Siyonist İsrail'den İran Şia'sına çevirmişti.
2. Abdülhamit dönemi Osmanlı Devleti misali perişan olmuş, iktisaden batmış, dış siyasette hiçbir saygınlığı kalmamış, yolsuzluk ve hukuksuzluk batağında debelenen, AKP Türkiye'si ise tıpkı Abdülhamit gibi bir "denge siyaseti" ile herkesin kayığında bir parça dolaşıp iktidarın ömrünü uzatmaya çabalarken, son uğrakta ABD-İsrail hattında hizaya geçmek ve bu konumlanış gereği Kürt meselesini çözmüş görülmek zorunda kaldı.
Uzun zamandır "emperyalizm" diye siyasi hatta ideolojik bir meşgalesi kalmayan Kürt siyasi hareketi, başta Suriye olmak üzere, bölgede - şimdilik - yeterli kimi mevzilere karşılığında bir çeşit "Vezir Gambiti" yaparak geleneksel aleti olan PKK'yı feshetti. Böylelikle İmralı'daki şah, masadaki tek mutlak unsur olma niteliğini güçlendirerek, tekrardan şaşalı bir konuma yükseldi.
MHP ve Bahçeli'ye gelince...
Devlet kadrolarından aldığı pay ve daha önemlisi mafyetik imtiyazlarıyla altın çağını yaşayan MHP, oy potansiyeliyle karşılaştırıldığında inanılmaz boyuta ulaşan bu güçten sarhoş olmuşa benziyor.
Sonuçta tek tek AKP, MHP ve PKK'dan gelen ve her biri kendine yontan açıklamalara baktığımızda, koşullarının ve mutabakat noktalarının ne olduğunu anlayamadığımız amorf bir barış anlaşması ile muhatabız. Nüfusu 100 milyona yaklaşan ülkede milletçe ne yaşadığımızın sırrına vakıf olan tek bir kimse yok.
Dahası oratada bir "aydın aklı" yok !
Ne oldu? Memlekete demokrasi mi geldi? Meclis koridorlarında "Sayın Bahçeli" diye başlayıp, olumlu hava gelişmesinin ardından "demokrasi" tiradıyla konuşma noktalayan kimi Dem parti lideri ileri gelenlerine bakılırsa, gerçekten de demokrasiye çeyrek var.
Bu yazıyı hapishaneden yazan bir vatandaş olaraktan söz konusu "çeyrek ekmek demokrasi" konusunda hiç de iyimser olmamak gerektiğini belirtmeliyim. ABD - İsrail hakkında kendine, kendi meşrebinde bir "barış ve çözüm" uyduran AKP-MHP iktidarı, hiç kuşkusuz "yeni anayasa" hamlesine DEM Parti'yi de katıp, yine kendi meşrebinde bir "demokrasi" peydahlamayı çoktan planlamış olmalıdır. O demokrasinin süslenmiş bir "Tayyip Saltanatı"ndan ibaret olacağını ayrıca uygulamaya gerek var mı?
Ne yazık ki tüm bunlar olup biterken üzerinde yaşadığımız coğrafya yani memleketimiz bir bütün olarak tahrip ediliyor. On milyonlarca insanın ve uygarlık yatağı bereketli toprakların kaderi, günü tırtıkladıklarına bakarak mutlu kapatan bir cühela güruhun eline mahva sürükleniyor...
İşte tam bu dönemde lazım olan "aydın aklı" ortada yok. Hakim medyada iktidarın her hamlesine alkış tutan dalkovuklara diyecek sözümüz çoktan tükendi de, kendisine muhalif diyen kesimlerde de bir ışık göremiyoruz. O muhalif kesimin televizyon kanallarında sabah akşam boy gösteren "siyaset bilimci" etiketli belediye memurları bize tek bir çözüm sunuyor: Ekrem İmamoğlu!
Çok açık konuşmak lazım, Osmanlı'nın fiili olarak iflas etmiş haliyle geçirdiği son döneminin, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başının aydınları, bugüne göre çok daha ileri bir noktadaydı. En azından, "Ne olacak bu memleketin hali?" sorusuna siyasi, iktisadi ve fikri yanıtları üretiyorlardı. Yanıtlarının muhtevasından bağımsız olarak böyle bir dertleri vardı. Kimisi padişahlara yanlanarak, kimisi - misal Abdullah Cevdet - saltanatın ilgasını dahi tahayyül ederek içinde yaşadıkları topluma bir çıkış yolu arıyordu. Öyle ki Osmanlı aydını, entelektüel bakımdan akli seviyesi "kıt kalmış" bir aydın tipi iken bile bunu yapabiliyordu.
Bugün o seviyeyi bile tutturmaktan çok uzağız. Dünya konjonktürünü tarif eden, o konjonktür içinde bölge ve ülkeyi sorgulayıp, içinde bulunduğumuz perişanlık girdabından güncel bir çıkış rotası çizen kimseler, dahası siyasi parti programları görüyor musunuz?
Ne dediniz? "Ekrem İmamoğlu gelecek ve konu kapanacak" mı? Evet, tabi!..
Bizim tüm bir toplum olarak bir gelecek projemiz yok. Bıraktım gelecek projesini, böyle bir gündemimiz yok. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'de en mükemmel vücutlarını bulmuş olan bir soyutluğun bizi sürüklediği bilinmeze doğru yolculuk ediyoruz. Medya ve akademi çöplüklerinde, fon kuyruklarında, belediye odalarında şekillenen "aydın birikimi"miz en acıklı ve elbette idrakten yoksun surat ifadesiyle olan bitene bakıyor...
Durum böyle...
Önümüzdeki yazıda Osmanlı'nın son döneminden bugüne bakmak enteresan olabilir.