Türkiye’de yoksullar neden AK Parti’yi destekliyor?

Türkiye’de yoksullar neden AK Parti’yi destekliyor?

AK Parti seçmeni, bazı kesimlerin iddia ettiği gibi oyunu 2 paket makarnaya satmıyor. Ezilenler, kendilerinden daha iyi bir hayat yaşayan 'elitlerden' intikamlarını Erdoğan'a oy vererek alıyorlar.

OKTAN ERDİKMEN - AK Parti seçmeni büyük ölçüde, diğer partilerin seçmenleri tarafından, özellikle de CHP’nin ‘elit’ seçmeni tarafından eğitimsiz olmakla suçlanır.  Seçmenlerin dinle beyninin yıkandığını düşünen birçok kişi, AK Partililerin çoğunun oylarını bir paket makarnaya sattığına inanıyor.

AK Parti oy pusulasını götürüp sandığa atanlara, boş oy pusulası getirdiklerinde para ödendiğine, ya da başörtülülere maaş bağlandığına inananların sayısı da küçümsenemeyecek boyutlarda.

AK Parti seçmeninin mantığı

Önceki yazılarımızdan birinde AK Parti seçmeninin Türkiye’de sağ partiye oy verirken, Avrupa’da sol partileri tercih etmesinin nedenlerini incelemiştik.

Bu yazımızda da AK Partililerin Türkiye'de oy verme mantığını ele alacağız. 

Mantık dediğimizde, birçoğumuzun aklına, liselerde okutulan mantık dersi gelir. Bu ders şimdi imam hatiplerde okutulmuyor. p ise q, q ise p dendiğinde bu dersi görenler hatırlayacaklardır.

Mantığın 3 esası var: Özdeş olma (bir masa masadır) çelişmeme (bir masa, sandalye değildir) ve üçüncünün dışlanması (bir varlık ya masadır, ya da sandalyedir). 

Fikrin oluşmasında bilginin rolü

Diğer taraftan, halkın ezici bir çoğunluğu politikaya ilişkin bilgileri geleneksel basından (televizyon, gazete) alıyor. Türk medyasındaki holdingleşme nedeniyle, basın yayın kuruluşlarının çok büyük bir bölümünün başka sektörlerde (enerji, inşaat gibi) işleri var ve bu nedenle hükümete kim gelirse onu destekliyorlar.

AK Parti de 12 yıldır hükümette yer alan bir parti olarak, gerek kamu ihaleleri, vergi denetimleri üzerinden üçüncü şahısların, gerekse akrabaların doğrudan satın aldığı (Sabah, Atv ve Yeni Şafak gibi) yayın organları vasıtasıyla basında ciddi bir tek seslilik yarattı. 

Kanaate ulaşmak için bilgiye ihtiyaç vardır. Bilgiye ulaşma imkanları kısıtlanırsa, insanlar yeterli bilgi alamadıklarından sınırlı analiz yapabilirler. 

Bir çocuğun konuşmayı öğrenmesi gibi, 300 kanalın yer aldığı bir televizyonda 299 kanal AK Parti’yi destekliyorsa, bir süre sonra insanların kanaatleri de bu yönde değişir. 

Burada elde edilen kısıtlı bilgilerin basit mantık havuzunda yoğrulduğunu görüyoruz.

Özdeş olma: AK Parti, AK Parti’dir. 

Çelişmeme: AK Parti, CHP değildir.

Üçüncünün dışlanması: AK Parti ya AK Parti’dir, ya da CHP’dir.

Biz - bizden olmayan ayrımı

Dolayısıyla, insanların zihninde bizden olan - olmayan diye çok keskin ayrımlar ortaya çıkıyor. 

Bizden olanlar, yani muhafazakarlar, namaz kılanlar, oruç tutanlar, köprüler, yollar, barajlar, metrolar yapanlar, dünyaya kafa tutanlar vs.

Bizden olmayanlar, yani dinsizler, Alman uşakları, Mossad ajanları, teröristler, vatan hainleri, ekmeği karneyle verenler, Kuran’ı yasaklayanlar vs.

Hükümet yanlısı bir kanalda sıklıkla duyabileceğiniz algı operasyonu, büyük resim gibi sözcükler ve işaret parmaklarını sallayarak söyledikleri isimleri, ertesi gün tutuklatabilen spikerler, bizden olanlar ve olmayanlar arasındaki ayrımı daha da derinleştirdi.

Bizden olanlar ve olmayanlar çizgisi o kadar keskinleşti ki, her iki taraf da desteklediği kesimlerin yaptığı yolsuzlukları, söylediği yalanları fark etse bile görmezden geliyor. 

Çünkü artık desteklenen parti sadece destek verilen bir yapı olarak değil, aynı zamanda bir ifade biçimi olarak görülüyor. Partinin yolsuzluğu kendi yolsuzluğu, liderin yalanı, kendi yalanı gibi kabul ediliyor ve örtbas ediliyor.

Bunun dışında en ufak bir muhalif habere yer veren basın organları ya da en küçük bir eleştiri yapan insanlar karşı gruba dahil ediliyor.

Gül de, Erdoğan da sonsuz değil

Fontanelle’nin gülün sonsuzluğu örneğinde görüldüğü gibi, başka bahçevan görmeyen gül misali, Türkiye’den çıkmayan, dünyayı takip etmeyen ve bütün gün yandaş kanalları izleyen bir vatandaş da, Türkiye’nin dünya lideri olduğuna, doların yolsuzluklardan, gereksiz kamu harcamalarından değil de, Alman istihbaratın bizi batırma çabası neticesinde yükseldiğine inanıyor. 

AK Parti seçmeni, yandaş medya bahçesinde bir Erdoğan sonsuzluğuna inandırıldı. İnanmakla da kalmadı, onu sevdi. 

İlk defa aşık olan gençler gibi, o ne derse inanmaya, o ne yapsa 'doğrudur' demeye başladı.

Erdoğan bu nedenle Rus uçağını düşürüyor alkışlanıyor, Ruslardan özür diliyor, alkışlanıyor.

'Mavi Marmara'yı ben gönderdim' diye çıkışınca helal olsun deniyor. 'Bana mı sordunuz?' diye haykırınca yine o haklı oluyor.

Onun için bu ülkede kamu yöneticileri, evlerinde ayakkabı kutularında bulunan avroları, önce 'polis koymuş' deyip, sonra faiziyle teslim alabiliyorlar. Bir taraftan da 'faiz haramdır' diyebiliyorlar. 

Günbatımını seyrederken, güneşin yarım bir daire şeklinde ve kırmızı olduğunu görürsünüz. Oysa güneş alev rengindedir ve yuvarlaktır. Ufukta görülenin kat be kat büyüklüğündedir. Birisi o an gelip, güneşin kırmızı ve yarım çember olduğunu söylese inanmayız. Çünkü güneş sistemi hakkında bilgimiz vardır.

Oysa bilgimiz olmayan ve kasıtlı olarak, yarattığımız hayaller bozulmasın diye bilgi sahibi olmak istemediğimiz, kendi görüşümüze aykırı bir şey duyduğumuzda onu söyleyeni de aracılık yapanı da karşı gruba dahil edip, terörist olmakla suçladığımız bir dönemde yaşıyoruz. 

Oysa diyalektik, hem masanın, hem de sandalyenin gerçeğin birbirinden ayrılmaz iki görünümü olduğunu kabul eder. 

Bir olayı anlamak için, onun nedenlerini bilmek ve başka konularla arasında bağlantıları kurmak gerekir. 

Bu beceri, örneğin güneş örneğinde, evren hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğumuzla da ilgilidir. Bruno, 1600 yılında bugün kimsenin tartışmayacağı bir gerçeği, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söylediği için yakılarak idam edildi.

Aradan geçen süre içerisinde dünyanın da, Türkiye’nin de düzeni değişti. Devletler kuruldu, yıkıldı.

Dünyada kölelik düzeni, feodalizm, kapitalizm ve kısmen bir sosyalizm dönemi yaşandı. Ezenler ve ezilenler değişti, sömürü değişmedi.

Türkiye’de 28 Şubat’ta başörtülü kızlar üniversite kapısında ağlıyorlardı.

Ergenekon, Balyoz sürecinde generallerin eşleri cezaevleri kapılarında ağladılar. 

Şimdi onlara o acıları yaşatan Fethullahçıların yakınları, cezaevi kapılarında ağlıyorlar. 

Herkes de birbirine 'oh olsun' diyor.

Yoksulluğun intikamını Erdoğan'la alıyorlar

AK Parti seçmeninin geniş bir kısmı, günlük hayatta alt edemediği, daha güzel kızla, daha yakışıklı erkekle çıkan, daha iyi arabaya binen, daha lüks restoranda yemek yiyen eğitimli kesimi, onlardan üstün olduğu tek alan olan dine yönelerek yenmeye çalışıyor.

Bu vatan haini gezizekalılara haddini bildiren Cumhurbaşkanı’nın söylediklerini ne söylediğinden bağımsız olarak alkışlıyorlar.

Özetle, kimse oyunu bir paket bulgura satmıyor. AK Parti, makarna dağıtsa da dağıtmasa da, yoksulların oyunu bir süre daha alır. 

Ancak bu durum sonsuza dek devam edemez. AK Parti'yi iktidara getiren, Kemalist elitlerin 'devletin sahibi biziz' mantığıyla diğer kesimleri hor görmeleriydi.

AK Parti iktidarı, üniversite kapısında ağlatılan kızların gözyaşları üzerine yükseldi. 

Ancak o gözyaşları şimdi başka toplumsal kesimlerde yükseliyor. Türkiye'de emekçiler de belki hala 'türbanlı bacım' ifadeleriyle nutuklarda yükseltiliyorlar ancak ekonomik paylaşımda hor görülmeye devam ediyorlar.

Dolayısıyla, AK Parti iktidarı da bir gün sona erecek. O gün geldiğinde, birçok kişi, en çok da AK Parti'yi ne pahasına olursa olsun destekleyenler, bugün komşularının kapılarına çizdikleri çarpı işaretlerinden utanacaklar.

O nedenle biraz daha empati kurmakta ve vicdanlı olmakta fayda var.

HABERE YORUM KAT
13 Yorum